14. Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan…
On İkinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir. (12. Söz)
(Muhat: Çevresi kuşatılmış, etrafı sarılmış / Hikmet-feşan: Hikmet saçan)
Kur’an’ın ism-i a’zamın muhitinden nüzulünü, “Kur’an, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelmiş.” cümlesini tahlil ederken mütalaa etmiştik. Dileyenler aynı mütalaayı bir daha okuyabilirler.
Kur’an’ın Arş-ı A’zam’ın bütün muhatına bakması ve teftiş etmesi şudur:
Arş-ı A’zam mahiyetini tam bilmediğimiz bir mekândır. Kur’an’da ve hadislerde varlığı beyan edilmekle birlikte, mahiyetinden çok bahsedilmemiştir. Bütün âlem-i kevni kaplayan bir mekân olarak bilinir. Hatta “Cennetin sakfı (tavanı) Rahman’ın arşıdır.” hadis-i şerifine göre, Arş cenneti dahi ihata etmiştir.
Buna göre, Kur’an’ın Arş-ı A’zam’ın bütün muhatına bakması ve teftiş etmesi, Arş’ın kapladığı bütün mekânlardan haber vermesidir. Yani Kur’an yıldızlardan, gezegenlerden, galaksilerden bahseder; Kürsî’den haber verir, Sidretü’l-müntehâ’ya baktırır; semavatın tabakalarında gezdirir; cenneti, cehennemi ve diğer uhrevi mekânları bildirir ve hakeza…
İşte Kur’an, Arş-ı A’zam’ın kapladığı yerlerden haber vermekle, Arş-ı A’zam’ın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddes olur.
Bundan da hakikate şöyle bir kapı açılır:
İnsan bilmediği yerleri görmüş gibi anlatamaz ve oralardan haber veremez. Kur’an Arş-ı A’zam’ın bütün muhatına bakan yerlerden haber veriyor ve oralardan bahsediyor. O hâlde Kur’an bir beşerin sözü olamaz. O mekânları bilmeyen ve o mekânlarda gezmeyen bir beşer Kur’an gibi bir kitap yazamaz. Kur’an olsa olsa bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sözü olabilir.
Üstad Hazretleri mezkûr bütün cümleleri şu neticeye bağlıyor:
İşte bu sırdandır ki “kelâmullah” ünvanı kemal-i liyakatle Kur’an’a verilmiş. (12. Söz)
Bu makamda Kur’an’ın kıymeti üzerine biraz tefekkür etmeli, ona karşı hürmetimizi gözden geçirmeli, onu hayatımıza ne kadar hâkim kıldığımızı ve ahkâmıyla ne kadar boyandığımızı kontrol etmeliyiz. Eğer varsa kusurumuz af dilemeli ve bir daha işlememek üzere kendimize söz vermeliyiz.
Metne devam edelim:
Amma sair kelimat-ı İlahiye ise bir kısmı, has bir itibar ile… ve cüz’î bir ünvan ve hususi bir ismin cüz’î tecellisi ile… ve has bir rububiyet ile… ve mahsus bir saltanat ile… ve hususi bir rahmet ile zahir olan kelamdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. (12. Söz)
(Kelimat-ı İlahiye: Cenab-ı Allah’a ait kelimeler / Has: Özel / Mahsus: Hususi / Mütefavit: Birbirinden farklı)
Metni maddeleyecek olursak: Diğer kelimat-ı İlahiyenin vasıfları şunlardır:
1. Has bir itibarla,
2. Cüz’î bir ünvanla,
3. Hususi bir ismin cüz’î bir tecellisiyle,
4. Has bir rububiyetle,
5. Mahsus bir saltanatla,
6. Hususi bir rahmetle zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir.
Kur’an ise:
1. Bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır.
2. Bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.
3. Bütün semavat ve arzın hâlıkı namına bir hitaptır.
4. Saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.
5. Rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
6. İsm-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelmiştir.
7. İsm-i a’zamın muhitinden nüzul ile Arş-ı A’zam’ın bütün muhatına bakan bir kitaptır.
8. Rahmet-i vâsia-i muhita noktasında, bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir. Ve hakeza…
Manalar açık olduğundan şerhine girişmiyor, mütalaa ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Üstad Hazretleri, kelimat-ı İlahiyeyi şöyle tasnif ediyor:
Mesela en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır… Sonra avam-ı nâsın ilhamatıdır… Sonra avam-ı melaikenin ilhamatıdır… Sonra evliya ilhamatıdır… Sonra melaike-i izam ilhamatıdır.
(Avam-ı nâs: Sıradan halk tabakası / Avam-ı melaike: Meleklerden dereceleri düşük olanlar / Melaike-i izam: Büyük melekler)
Allahu Teâlâ bütün mahlukatıyla konuşur. En cüz’îsinden en küllisine kadar…
En cüz’îsi ve basiti, hayvanata yapılan ilhamlardır. Arıya bal yapmasını, ineğe süt vermesini, tavuğa yumurtlamasını ilham etmek gibi…
İkinci derecedeki kelimat-ı İlahiye, bizler gibi sıradan insanlara yapılan ilhamlardır. Mesela ben bir cümlenin manası nedir diye düşünürken, bulamayıp acz içinde çırpınırken birden kalbime bir mananın gelmesi, Allah’ın bu nevi bir konuşmasıdır.
Üçüncü derecedeki kelimat-ı İlahiye, meleklerden dereceleri düşük olanlara yapılan ilhamlardır. Mesela her yağmur damlasını bir melek indirir. Bir meleğe yağmur damlasını indirmesi için yapılan ilham, Allah’ın bu nevi bir konuşmasıdır.
Dördüncü derecedeki kelimat-ı İlahiye, evliyaya yapılan ilhamlardır. Risale-i Nurları bu neve örnek gösterebiliriz. Zira Risale-i Nurlar, Üstad Hazretlerine yapılan ilhamlar sayesinde vücut bulmuştur.
Beşinci derecedeki kelimat-ı İlahiye, Hazreti Cebrail, Hazreti Azrail, Hazreti Mikail ve Hazreti İsrafil gibi büyük meleklere yapılan ilhamlardır.
Bunlar gibi daha birçok ilhamat-ı İlahiye, Allahu Teâlâ’nın bir çeşit mükâlemesidir.
Metne devam edelim:
İşte şu sırdandır ki kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der:
حَدَّثَنِي قَلْبي عَنْ رَبِّي Yani “Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.” Demiyor: “Rabbü’l-âlemîn’den haber veriyor.”
Hem der: “Kalbim, Rabbimin âyinesidir, arşıdır.” Demiyor: “Rabbü’l-âlemîn’in arşıdır.”
Çünkü kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicabların nisbet-i ref’i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir.
(Hicap: Perde / Nisbet-i ref: Kaldırılmasının ölçüsü)
Bu manaları daha önce mütalaa ettiğimizden tekrar mütalaasına gerek duymuyoruz. Dileyenler önceki mütalaaları okuyabilirler.
Üstad Hazretleri, Kur’an’ın ulviyetini şöyle beyan ediyor:
İşte bir padişahın saltanat-ı uzması haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz’î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âlî ise ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve faik ise Kur’an-ı Azîmüşşan dahi o nisbette bütün kelamların ve hep kitapların fevkindedir.
Kur’an’dan sonra ikinci derecede kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semaviyenin dereceleri nisbetinde tefevvukları vardır. O sırr-ı tefevvuktan hissedardırlar.
Eğer bütün cin ve insanın Kur’an’dan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa yine Kur’an’ın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez. (12. Söz)
(Saltanat-ı uzma: En büyük saltanat / Mükâleme: Karşılıklı konuşma / Faik: Üstün / Fevkinde: Üstünde / Kütüb-ü mukaddese: İncil ve Tevrat gibi mukaddes kitaplar / Suhuf-u semaviye: Allah tarafından bazı peygamberlere gönderilen sahifeler / Tefevvuk: Üstünlük / Tereşşuh: Sızıntı, sızma / Tanzir: Benzetme)
Metin açık olduğundan şerhine girişmiyor, mütalaa ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz