a
Ana SayfaOn İkinci Söz2. Amma o müzeyyen Kur’an ise şu musanna kâinattır. O hâkim ise…

2. Amma o müzeyyen Kur’an ise şu musanna kâinattır. O hâkim ise…

On İkinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Temsilî hikâyeciğin izahı:

Amma o müzeyyen Kur’an ise şu musanna kâinattır. O hâkim ise Hakîm-i Ezelî’dir. Ve o iki adam ise birisi yani ecnebisi, ilm-i felsefe ve hükemasıdır. Diğeri, Kur’an ve şakirdleridir.

Evet, Kur’an-ı Hakîm, şu kur’an-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. (12. Söz)

(Müzeyyen: Süslü / Musanna: Sanatla yapılmış / Hakîm-i Ezelî: Varlığının başlangıcı olmayıp her daim var olan ve her şeyi hikmetle yapan Allah / Kur’an-ı azîm-i kâinat: Büyük kâinat Kur’an’ı, büyük bir Kur’an gibi ince ve derin manalar ifade eden kâinat)

Cenab-ı Hakk’ın iki farklı kitabı ve her kitabın da kendine mahsus ayetleri vardır. Birinci kitabı Kur’an-ı Hakîm’dir. Bu kitap kelam sıfatından gelmiş olup, içindeki her bir cümlesi bu kitabın bir ayetidir.

İkinci kitap ise kâinat kitabıdır. Bu kitap kudret sıfatından gelmiştir ve içindeki her bir mahluk bu kitabın bir ayetidir. Dağ bir ayettir, deniz bir ayettir, bulut bir ayettir; kuş, balık, ağaç bir ayettir; her varlık bir ayettir.

Kur’an kitabının ayetlerine “âyât-ı Kur’aniye” denir. Kâinat kitabının ayetlerine ise “âyât-ı tekviniye” denir.

Tekviniye: Yaratılışa ait, yaratılışla alakalı demektir. Kâinattaki ayetler Allah’ın tekvin sıfatıyla vücut buldukları ve her biri Allah’ın varlığına delil oldukları için bu ismi almıştır.

Kur’an-ı Hakîm, şu kâinat kitabının hem müfessiri hem de tercümanıdır. İlk önce müfessiri olması üzerine konuşalım:

Tefsir: Açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek demektir. Bu işi yapana da müfessir denir.

Nasıl Kur’an’ın tefsirleri var; müfessirler ayetlerin kapalı manalarını açıklamışlar. Aynen bunun gibi, Kur’an da bir müfessir olmuş, kâinat kitabının manalarını açıklamış.

Mesela âlem-i gaybtan olan cenneti açıklamış. İçindeki pınarlardan tutun tepsilerine kadar, ırmaklarından tutun köşk ve bahçelerine kadar, ehl-i cennetin elbiselerinden tutun sofralarındaki nimetlere kadar, her şeyi bize açıklamış.

Cenneti açıkladığı gibi, âlem-i gaybtan olan cehennemi de açıklamış. Ateşinin derecesinden tutun bekçilerine kadar, ehl-i cehennemin elbiselerinden tutun döşek ve sofralarına kadar, vuruldukları zincirin uzunluğundan tutun cehennemin tabakalarına kadar, her şeyi bize açıklamış.

Yine âlem-i berzahtan tutun Arş ve Kürsî’ye kadar, mahşer meydanından tutun ehl-i cennet ve ehl-i cehennemin aralarındaki konuşmalara kadar, her şeyi bize açıklamış. Bize âlem-i gaybın haritasını çıkarmış. İşte bu manasıyla Kur’an, âlem-i gaybın bir müfessiri olmuş.

Yine Kur’an kâinatın ve insanın yaratılışını açıklar; geçmiş ümmetlerin ahvallerini bildirir; güneşin dönüşünü, yağmurun oluşumunu, yıldızların hareketini ve bunlar gibi daha birçok ilmî meseleyi izah eder. Bu cihetle de kâinatın bir müfessiri olur.

Yine kâinat ve içindeki eşyaya mana-yı ismî ile değil, mana-yı harfî ile bakar; her şeyin Allah’a bakan yüzünü gösterip onda yazılan manayı şerh ve izah eder.

Kur’an’a göre, her bir mevcut şu kâinat kitabının bir ayetidir. Kuş bir ayettir, balık bir ayettir, ağaç bir ayettir ve her bir mahluk bir ayettir. Kur’an bu ayetlerin manasını izah etmiş ve kitab-ı kâinatın müfessiri olmakla vasfedilmiştir.

Dilerseniz, meseleyi biraz daha somutlaştıralım:

— Mesela âlem kitabının bir ayeti olan ağacı Kur’an nasıl tefsir etmiş? Ağaca nasıl bakmış ve ağacın manasını nasıl izah etmiş?

Şimdi, bu konu üzerinde biraz tefekkür edelim:

1. Kur’an der ki:

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ  Bitkiler de ağaçlar da (Allah’a) secde ederler. (Rahman 6)

Yine der ki: (Bu bir secde ayetidir)   أَلَمْ تَرَ  Sen görmedin mi ki   أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ  وَمَنْ فِي الْأَرْضِ   yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’a secde ediyor.   وَالشَّمْسُ  Güneş de secde ediyor,   وَالْقَمَرُ  Ay da secde ediyor,   وَالنُّجُومُ  yıldızlar da secde ediyor,   وَالْجِبَالُ  dağlar da secde ediyor   وَالشَّجَرُ  ve ağaçlar da secde ediyor… (Hac 18)

Bu ayetler, şu âlem kitabının bir ayeti olan ağacın bir hâlini tefsir etti. Bizim başıboş ve vazifesiz zannettiğimiz ağaç, Allah’a secde eden bir sâcid imiş.

2. Yine Kur’an diyor ki:

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ  (Allah’a ortak koştukları şeyler mi hayırlı) Yoksa gökleri ve yeryüzünü yaratan   وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً  ve size semadan su indiren mi daha hayırlı?   فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ  Biz o suyla güzel güzel bahçeler bitirdik.  مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنبِتُوا شَجَرَهَا  Siz o bahçenin bir ağacını bile bitiremezsiniz… (Neml 60)

Bu ayet diyor ki: Bir ağacı yaratmak için nihayetsiz bir kudrete ihtiyaç vardır. Her bir ağaç o kudret-i ezelînin bir şahididir. Her bir ağaç üstünde, Allah’ın nihayetsiz Kadîr olduğu yazılmış. İşte Kur’an mezkûr ayetiyle bu yazıyı tefsir etmiş.

3. Yine Kur’an diyor ki:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ  Yedi sema O’nu tesbih eder,   وَالأَرْضُ  yeryüzü O’nu tesbih eder   وَمَن فِيهِنَّ   gökte ve yerde ne varsa her şey onu tesbih eder.   وَإِن مِن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ  Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin   وَلَكِن لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ  lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız. (İsra 44)

Kur’an bu ayetiyle beyan etti ki her şey Allah’ı tesbih ediyormuş. Demek, benim odun parçası zannettiğim ağaç, Allah’ın bir müsebbihi imiş, Allah’ı tesbih edermiş; bir zakirmiş, Allah’ı zikredermiş.

4. Yine Kur’an diyor ki:

فَانظُرْ إِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ  Allah’ın rahmet eserlerine bak,   كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا  ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor.  إِنَّ ذَلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَى  Şüphesiz ölüleri de böyle diriltecek. (Rum 50)

Ağaçların kışın gelince öldüğünü ve kurumuş iskeletler gibi kaldığını, bahar gelince de dirilip huriler gibi süslendiğini görürüz. Bunun manası neymiş? Kur’an mezkûr ayetiyle bunun manasını bize tefsir etti ve dedi ki:

— Bu, ölümden sonra dirilmeye bir numunedir. Bu ağaç ve diğer bütün nebatatı Allah kışın öldürdü ve baharda tekrar diriltti. Ağacın kurumuş dallarına yapraklar dizdi ve çiçeklerle süsledi. Bu ağacı böyle dirilten zat elbette sizi de diriltecektir.

İşte Kur’an ağacın ölüp dirilmesindeki manayı böyle tefsir etti.

5. Yine Kur’an diyor ki:

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ   Sizin için ekinleri bitirir,  وَالزَّيْتُونَ  zeytini bitirir,   وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ  hurma ve üzümleri bitirir   وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ  ve her türlü meyveleri bitirir.  إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  İşte bunda, tefekkür eden bir kavim için bir ayet vardır. (Nahl 11)

Ağaçların dallarına takılan meyveler neymiş? Rabbimizin bizim için yetiştirdiği hediyelermiş. Ve ağaç, dallarındaki bu meyvelerle bir mütalaagâh imiş, tefekkürümüz için böyle süslenmiş ve bezenmiş.

Meseleyi bir daha toparlayalım:

Kur’an’ın dersini dinlememiş bir insan için ağaç bir odun parçasıdır. Dallarındaki meyveler tesadüfün veya tabiatın işidir. Her kışta ölmesi ve baharda dirilmesi manasız boş bir iştir. Ona göre bu ağaç vazifesiz, hiç bir manası olmayan, sadece yakılacak bir kütüktür.

Kur’an ise der ki:

1. Bu ağaç bir sâciddir, Allah’a secde eder, O’nun kudreti karşısında eğilir.

2. Bu ağaç, Allah’ın varlığına ve kudretinin sonsuzluğuna bir delildir. Bütün insanlar toplansa bu ağacı yapamaz. İnsanın yapamadığını tesadüf, tabiat ve esbab nasıl yapsın?

3. Bu ağaç, Allah’ı tesbih eden bir müsebbih ve O’nu zikreden bir zakirdir.

4. Bu ağaç, öldükten sonra dirilmeye bir numune ve bir delildir.

5. Bu ağacın dalları âdeta rahmetin bir elidir. Rahmet meyvelerini bize bu el ile uzatıyor.

6. Bu ağaç, tefekkür eden bir kavim için bir ayettir, bir mütalaagâhtır ve bir kitaptır.

Kur’an, ağacın bu manaları gibi daha onlarca manasını bize tefsir ediyor.

Bizim odun gözüyle baktığımız ağaca bir sâcid gözüyle, Allah’ın kudretinin ilancısı gözüyle, bir müsebbih gözüyle bakıyor. Hakiki manasını tefsir ediyor. Allah bu ağacı niçin yaratmış, niçin süslemiş, niçin vazifelerde çalıştırmış ve vakti geldiğinde niçin öldürmüş; bütün bu niçinlerin cevabını veriyor ve ağaç ayetinin sebeb-i hilkatini tefsir ediyor.

İşte Kur’an bu ağaç gibi, kitab-ı kâinatın bütün ayetlerinin manasını tefsir etmiş, bununla da “kitab-ı kâinatın müfessiri” unvanını kazanmış.

Şimdi de Kur’an’ın, kitab-ı kâinatın bir tercümesi olması üzerine konuşalım:

Şu kâinata bir mescid gözüyle bakılsa, bu mescitteki her bir varlık bir kârî (Kur’an okuyucusu) ve bir zâkir olur ki her biri kendine mahsus bir lisanla âyât-ı tekviniyeyi okuyor. Kur’an da mevcudatın mütenevvi dillerle okuduğu bu âyât-ı tekviniyeyi tercüme ediyor.

Demek, her bir varlığa iki cihetten bakabiliriz:

1. Kudret kalemiyle yazılmış bir ayet-i tekviniyedir.

2. Âyât-ı tekviniyeyi okuyan bir kârîdir ve bir zâkirdir.

Kur’an ise onların bu sözlerini tercüme eden bir tercümandır.

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir:

— Mevcudatın âyât-ı tekviniyeyi okuması ve Kur’an’ın bunu tercüme etmesi ne demektir?

Dilerseniz meseleyi biraz somutlaştıralım. Bu sayede anlaşılması daha kolay olacaktır:

Bu fakir kardeşiniz bazen tefekkürî bir ibadet yapmak için boynunu büküyor, gözlerini kapatıyor ve kâinat mescidinin kapısını çalıyor. Kâinat mescidinin kapısı da ona açılıyor. Görüyor ki içindeki her bir mahluk Kur’an okuyor. Fakir de onların sözlerine kulak veriyor; o dahi onlarla birlikte aynı ayetleri okuyor.

Şimdi biraz gezelim; eşyanın nasıl Kur’an okuduğunu görelim:

Dağdan yuvarlanan bir taşa bakıyorum. O Taş:

وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ   “O taşlardan öyleleri vardır ki Allah korkusuyla aşağıya yuvarlanır.” (Bakara 74) ayetini okuyor; kendisinin dahi Allah korkusuyla yuvarlandığını söylüyor.

Sonra kayanın arasından akan bir suya bakıyorum. O su:

وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء   “O taşlardan öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar.” (Bakara 74) ayetini okuyor. Ben dahi ona eşlik ediyor ve aynı ayeti tilavet ediyorum.

Sonra uçan kuşlara bakıyorum. Kuşlar:

أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاء مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلاَّ اللَّهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ   “Emre itaatkâr kılınmış bir hâlde gökyüzünde uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah’tan başkası tutamaz. Şüphesiz bunda iman eden bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl 79) ayetini okuyor. Ben dahi “Evet, ancak Allah tutar.” diyerek onları tasdik ediyorum.

Sonra dağlara bakıyorum. Dağlar:

وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا   “Dağları da birer kazık kılmadık mı?” (Nebe 7) ayetini okuyor. Ben de aynı tilavetle onlara iştirak ediyorum.

Sonra yanıma bir bal arısı geliyor. “Beni de dinle, ben de Kur’an okuyorum.” diyor ve şu ayeti okuyor:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ   “Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin…” (Nahl 68)

Sonra develer, inekler, keçiler ve koyunlar âleminin kapısı açılıyor. Beni içeri davet ediyorlar. Onları dahi lisan-ı hâlleriyle Kur’an okurken görüyorum:

وَإِنَّ لَكُمْ فِي الأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُسْقِيكُم مِمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِلشَّارِبِينَ   “Deve, inek, koyun ve keçide sizin için elbette ibretler vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz.” (Nahl 66) ayetini okuyorlar.

Sonra Güneş’e kulak veriyorum. Güneş:

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ   “Güneş de bir delildir ki kendi yörüngesinde akıp gidiyor. İşte bu, Aziz ve Alim olan Allah’ın takdiridir.” (Yasin 38) ayetini okuyor. Ben de “Sadakte, doğru söyledin.” diyerek onu tasdik ediyorum.

Sonra Ay’a bakıyorum. Ay:

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ   “Ay’a da menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.” (Yasin 39) ayetini okuyor. Ben dahi Ay’ın bu hâlini görüp, ayetin manasını hakka’l-yakin tasdik ediyorum.

Birden başımın üzerinde bir sinek beliriveriyor. Diyor ki: “Beni de dinle. Ben de güzel Kur’an okurum.” Ben de ona kulak veriyorum:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَن يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِن يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا َلاَ يَسْتَنقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ   “Ey insanlar! Bir misal verildi, şimdi ona iyi kulak verin: Allah’ı bırakıp da taptıklarınız bir araya gelseler bir sineği bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa onu da kurtaramazlar. İsteyen de istenen de âcizdir.” (Hac 73) ayetini okuyor. Ben de “Âmennâ ve saddeknâ” diyerek onu tasdik ediyorum.

Sonra bu kâinat mescidindeki bir ağaca bakıyorum. Onu dahi Kur’an okurken görüyorum. O Ağaç:

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِنَ الشَّجَرِ الأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِنْهُ تُوقِدُونَ  “O Allah ki yemyeşil ağaçtan sizin için ateş çıkarıyor. Siz de yakacaklarınızı ondan yakıp tutuşturuyorsunuz.” (Yasin 80) ayetini okuyor.

Sonra ağacın meyvesi, “Beni de dinle. Sadece ağacım değil, ben dahi Kur’an okurum.” diyor. O güzel sesiyle:

يُنْبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ   “Allah sizin için o su ile ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveleri bitirir. Şüphesiz ki bunda düşünen bir topluluk için büyük bir ayet vardır.” (Nahl 11) ayetini okuyor.

Sonra buluta, rüzgara bakıyorum. Onları dahi Kur’an okurken görüyorum:

وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  “Rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” (Bakara 164) ayetini okuyor.

Ben daha kâinat mescid-i kebirinde hayalen çok geziyorum. Ve hangi eşyayı görsem, onu Kur’an okurken, âyât-ı tekviniyeyi okurken buluyorum. Ben dahi onlarla birlikte aynı ayetleri okuyorum. Sizleri sıkmamak için uzun seyahatimi kısa kestim.

Sözün özü: Şu kâinattaki her bir mahluk, âyât-ı tekviniyeyi -lisan-ı hâliyle- okuyan bir kârî ve bir zâkirdir. Kur’an da bu mütenevvi dillerle okunan âyât-ı tekviniyeyi tercüme etmektedir.

Fakir der ki: Kim ki Kur’an’a vâkıf ola, kâinatı böyle Kur’an okurken dinleye…

Kur’an’ın bu vasfını şununla da anlayın ki: Biraz evvel anlattığım hayalî seyahati bana yaptıran Kur’an’dır; Kur’an’ın mevcudatın sözlerini tercüme etmesidir. Eğer ben Kur’an’dan bu dersi almasaydım, eşyayı böyle Kur’an okur bir vaziyette göremez ve seslerini duyamazdım.

Hem bu hayalî seyahat, Risale-i Nur’un bize verdiği dersin tatlı bir meyvesi ve bir talimidir.

Metne devam edelim:

Evet, o Furkan’dır ki şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. (12. Söz)

Ayet: Kimsenin inkâr edemeyeceği kadar açık delil; nişan, alamet ve işaret demektir.

Tekvin ise: Var etmek ve yaratmak manasındadır. “Tekvinî” denilince, yaratmaya ait ve varlığa müteallik manası anlaşılır.

Kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniye ifadesiyle kastedilen mana, vücud sahibi her bir mahluktur. Böcekten çiçeğe, ağaçtan bulata, balıktan kuşa, güneşten galaksilere ve zerrattan seyerrata kadar her bir mahluk, kudret kalemiyle yazılmış tekvinî bir ayettir.

Her bir varlığa “ayet” denmesinin sebebi ise: Eşyanın Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine apaçık bir delil olması ve her bir mahlukun Cenab-ı Mevla’ya işaret etmesinden dolayıdır.

Demek, her bir mahluk, Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış, yani Onun kudretiyle vücud bulmuş tekvinî bir ayettir.

Evet, şu kâinat bir kitap… Zaman bu kitabın yaprakları… Yaratılan her bir mahluk da bu kitabın bir ayetidir.

İşte Kur’an, kudret kalemiyle yazılan ve her biri tekvinî bir ayet olan mahlukatı ins ve cinne ders verir. Denizlerden, dağlardan, ağaçlardan, bulutlardan ve daha birçok eşyadan bahseder ve bu eşyanın manasını talim eder.

Üstad Hazretlerinin, âlemdeki eşyanın hikmetine dair yaptığı bütün dersler, Kur’an’ın bu derslerinden mülhemdir. Dileyen Yedinci Şua’yı mütalaa ederek, Kur’an’ın âyât-ı tekviniyeye dair yaptığı dersi bir parça fehmedebilir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin