a
Ana SayfaHabbe6. Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in…

6. Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in…

Habbe mütalaasına devam ediyoruz:

“Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika sanatları, harikaları ve mucizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâniine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.”

(Makarr-ı saltanat: Saltanatın merkezi / Tecelliyat-ı cemaliye: Cemalî isimlerinin tecellileri / Hâvi olan: İçine alan / Nâzır: Bir idarenin umur ve işlerine bakan en büyük memur / Münadi: Nida eden / Teşrifatçı: Resmi günlerde, tören ve toplantılarda kişileri karşılamakla ve ağırlamakla görevli kimse / Hayret-efza: Hayret artırıcı)

Bu metin üzerine 100 sayfa yazılsa elhak layıktır. Ben detaylarını sizlere havale edip şu nokta üzerinde durmak istiyorum:

Cenab-ı Hak şu kâinatı gayet süslü ve âli bir saray suretinde yaratıp, her varlığı bir mektûb-u Rabbânî, bir ayine-i esmâ-i İlahî ve âyât-ı tekviniyenin bir sahifesi yaptı. Birçok kudsi hakikat şu âlemde tecelli etti ve bu âlemi güzelleştirdi.

Ancak bu manalar küfür gözüyle bakıldığında gizlendi ve saklandı. Hatta zaman-ı fetrette yaşayıp Allah’a iman etmiş olanlar bile bu manaları göremedi, okuyamadı. Çünkü bu hakikatler ancak bir peygamberin irşadıyla ve talimiyle öğrenilir. Bir peygamber bu dersi yapmazsa:

– Kâinat umumi bir mâtemhâne şeklinde görünür.

– Bütün mevcudat birbirine karşı yabancı ve düşman vaziyeti alır.

– Dağlar ve yıldızlar gibi cansız varlıklar birer cenaze hükmünde görünür.

– Hayvan ve insanlar yetimler gibi olup, ölümün ve firakın korkusundan feryat ediyorlar şeklinde gözükür.

– Kâinat bir oyuncak hükmünü alır. Hikmet gizlenir, her şey abesiyete inkılap eder.

– İnsanlar hayvanlardan daha aşağı, daha zelil ve hakir olur.

Şimdi sorumuz şu:

— Kâinatı müzeyyen ve âli bir saray suretinde yaratan Allahu Teâlâ, bu sarayın böyle çirkin bir suret almasına müsaade eder mi?

Elbette etmez.

Madem etmez, o hâlde peygamberler göndermeli ve peygamberlerin lisanıyla kâinat sarayının bu güzel şeklini insanlara bildirmelidir. Bu olmazsa şu müzeyyen ve âli saray dehşetengiz bir şekil alır ve bir vahşetgâha döner.

O hâlde diyebiliriz ki:

— Eğer peygamberler gönderilmeyecek olsaydı kâinat yaratılmazdı. Çünkü kâinatın güzelliği ancak peygamberlerin irşadıyla ortaya çıkar. Bu irşad olmazsa kâinat çirkinleşir; Allahu Teâlâ da çirkin gözüken bir kâinatı yaratmaz.

O hâlde şöyle dense:

— Allah peygamber göndermeyecek olsaydı kâinatı yaratmazdı.

Bu söz doğrudur.

— Peki, peygamberler içinde bu vazifeyi en ekmel şekilde yapan kimdir?

Elcevab: Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır.

O hâlde şöyle dense:

— Eğer Hz. Muhammed (a.s.m.) olmasaydı âlem de olmazdı.

Bu söz haktır ve hakikattir. Bu sözde Peygamberimizin yaptığı vazifeye atıf vardır. Yani eğer bu vazife yapılmayacak olsaydı, kâinatın bir manası olmayacağından dolayı kâinat da yaratılmazdı. Ve yine bu vazifeyi en layık şekilde yapan Hz. Muhammed (a.s.m.) olmasaydı kâinat da olmazdı.

İşte  لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَاخَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ  “Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” manasındaki hadis-i kudsi bu hakikate işaret ediyor. Hadisin manasını biraz daha açsak şöyle ifade edebiliriz:

— Ey Habibim! Eğer sen âlemin manasını insanlara ders vermeyip kâinat sarayının güzelliğini göstermeyecek olsaydın ben bu âlemi yaratmazdım. Çünkü âlem o zaman karanlığa düşerdi ve bir vahşetgâh olurdu. Âlemin güzelliği ancak senin irşad ve taliminle vücud buldu. Seni yaratıp bu vazifeyi sana yaptıracağım için âlemi yarattım. Seni yaratmayacak olsaydım âlemi de yaratmazdım…

Bu mana da ispat eder ki: Peygamberimizin risaletinin bir delili de kâinatın varlığıdır. Çünkü şu kâinat, Peygamberimiz (a.s.m.) gibi bir tarifatçı ve teşrifatçıyı iktiza eder.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin