15. Şu görünen umumi âlemde her insanın hususi bir âlemi vardır…
Habbe mütalaasında yeni bir i’leme başlıyoruz:
“İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu görünen umumi âlemde her insanın hususi bir âlemi vardır.”
Bu mesele Birinci Mektup’ta şöyle geçiyor:
“Mesela şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur: Biri hakiki ve umumi, dördü misalî ve hususi… Her birimiz kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususi odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hakeza, âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumi odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususi oda ile umumi oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.
İşte dünya süslü bir menzildir… Her birimizin hayatı bir endam âyinesidir… Şu dünyadan her birimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususi dünyamız ve âlemimiz bir sahifedir, hayatımız bir kalem; onunla sahife-i a’mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.” (Birinci Mektup)
Üstad Hazretleri, “Şu görünen umumi âlemde her insanın hususi bir âlemi vardır.” meselesini Birinci Mektup’ta böyle izah etmiş. Bu izah üzerine çok düşünmeli; hususi âlemimizin her an başımıza yıkılabileceğini iyice derk etmeliyiz.
Bizler umumi âlem ile hususi âlemi birbirine karıştırıyor ve hususi âlemimizi umumi âlem gibi bir derece sabit ve daimî zannediyoruz. Hâlbuki hususi âlemimizin direği hayatımızdır ki onu da bir kurt (zaman) yemekte ve kıyametimiz her an kopmayı beklemektedir.
Metne devam edelim:
“Bu hususi âlemler, umumi âlemin aynıdır. Yalnız umumi âlemin merkezi şemstir. Hususi âlemlerin merkezi ise şahıstır.”
Umumi âlem bizim hayat aynamızda aynen yansıdığı için hususi âlemimiz ona benzemektedir. Zaten bizi aldatan şey de bu benzerliktir. Bu benzerlik sebebiyle hususi âlemimizi umumi âlem ile karıştırmakta ve onun gibi sabit zannetmekteyiz.
İki âlem arasındaki en bariz fark şudur: Umumi âlemin merkezi şemstir; hususi âlemin merkezi ise hayatımızdır. Yani umumi âlem ancak şemsin ölümüyle son bulur ve kıyameti şemsin ölümüyle tahakkuk eder. Hususi âlemin merkezi ise şahıstır ve onun hayatıdır. Şahıs ölünce onun kıyameti kopmuş ve âlemi kapanmıştır.
Bu hakikat bir hadis-i şerifte şöyle zikredilir:
عن أنس ، سأل رجل رسول الله متى الساعة ، فسكت هنيهة ، ثم نظر الى غلام بين يديه من أزد شنوءة ، فقال ان عُمِّرَ هذا لم يدركه الهرم حتى تقوم ساعتكم
Hazreti Enes (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Bir adam Resulullah (a.s.m.)’a sordu: “Kıyamet ne zaman kopacak?” Peygamberimiz (a.s.m.) kısa bir müddet sustu. Sonra Ezd-i Şenûa kavminden olan önündeki çocuğa baktı ve şöyle dedi: “Eğer bu çocuk yaşarsa, ihtiyarlık ona ulaşmadan senin kıyametin kopar.” (Sahih-i Müslim 5249)
Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki: Bir umumi kıyamet var, bir de hususi kıyamet… Umumi kıyamet âlemin ölümüyle vukua gelecek. Hususi kıyamet ise kişinin kendi ölümüyle gerçekleşecek.
Bu makamda, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle nasihat ediyor: Sen kıyametin vaktini boş ver, kendi kıyametini düşün. Eğer bu çocuk yaşarsa, o ihtiyarlamadan önce senin kıyametin kopacak ve hususi âlemin ölecek…
— Üstadımızın dersi sanki bu hadis-i şerifin bir şerhi gibi değil mi?..
Bununla şunu anlayalım ki: Risale-i Nurlardaki beyanlar ya bir ayetin ya da bir hadisin şerhi ve izahıdır.
Yazar: Sinan Yılmaz