a
Ana SayfaHabbe11. Esmâ-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır…

11. Esmâ-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır…

Habbe mütalaasına devam ediyoruz:

“Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin envaıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır.”

Zaten insanı -Allah’a kul olmazsa- perişan eden şey de bu alakadarlıktır. Üstad Hazretleri Yirminci Mektup’ta şöyle diyor:

“Kâinatın ekser envaıyla alakadar ve o alakadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer…” (Yirminci Mektup)

Yine Üçüncü Söz’de şöyle geçiyor:

“Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu hâlde sermayesi hiç hükmünde… Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu hâlde iktidarı hiç hükmünde bir şey… Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir.” (Üçüncü Söz)

Risale-i Nurlarda bu mesele çok yerde zikredilir. Mana açık olduğundan izahına girişmiyor; tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.

“Esmâ-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır.”

Mesela o kalbin Aziz isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa her şeye karşı zelil olur. Ganiyy isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa her kapıda dilenci olur. Mümin isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa her hadisenin karşısında titreyen bir korkak olur. Rahim isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa merhametsiz bir zalim olur. Hakîm isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa sefih bir müsrif olur. Kerim isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa yemeyen ve yedirmeyen bir cimri olur. Settar isminin tecellisine ihtiyacı vardır. Yoksa insanların kusurlarını araştıran ve ifşa eden bir sinsi olur.

Bu esmâ-i İlahîye gibi, kalb-i beşerin bütün esmâ-i hüsnanın nurlarına ve tecelliyatına ihtiyacı vardır. Yoksa insaniyetten hayvaniyete sukut eder; hatta hayvandan dahi aşağı düşer.

“Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri hem de düşmanları vardır. Ancak Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakiki ile itminan edebilir.”

Ancak Ganiyy-i Mutlak olan Zat-ı Zülcemal o emelleri gerçekleştirebilir ve Hâfız-ı Hakiki olan Zat-ı Zülcelal onu düşmanlarından muhafaza edebilir. Bu mana Yirminci Mektup’ta şöyle geçiyor:

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hâcâta müptela… nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan ruh-u insanî… şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar… Ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki bütün a’dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mabudunu ve Hâlıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, maliki kim olduğunu irâe eder… Ve o irâe ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder.”

(Hâcât: İhtiyaçlar / A’da: Düşmanlar / Nokta-i istimdad: Medet ve yardım istenecek nokta / Nokta-i istinad: Dayanma noktası / Kudret-i mutlaka: Sonsuz ve sınırsız kuvvet / İrâe: Gösterme / Sürur: Neşe)

Mana açık olduğundan şerhine girişmiyor; yine tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Bu cümleler üzerinde çok düşünmeli, nefsi hesaba çekmeli ve hakikat ile aramızdaki mesafeyi ölçmeliyiz. Yani bu manalar bizde ne kadar bulunur; ruhumuza ne kadar işlemiş ve kalbimize ne kadar girmiş, bunları tespit etmeli; ona göre amel etmeliyiz.

 Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin