12. O kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder…
Habbe mütalaasına devam ediyoruz:
“Ve keza o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder.”
Üstad Hazretleri bu manayı Lem’alar Risalesi’nde şöyle ifade ediyor:
“Ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek yapan…”
Kalb idrak etmenin, akletmenin, düşünmenin ve diğer duyguların asıl merkezidir. Kalb latifesinin maddi bir vücudu yoktur. Manevidir ve maddeden mücerreddir. Dolayısıyla kalbin harita ve fihriste olup bütün âlemi temsil etmesini ve binlerce âleme örnek olmasını maddi cihetle değil, kalbin taşıdığı duygular cihetiyle anlamalıyız.
Malumdur ki insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.
Şimdi, hayalen insanı büyütün ve kâinat yapın. Bu durumda, insanın kalbinde olan duygular kâinattaki bazı hadiselere dönmeli ve âlemlere benzemeli.
– Mesela insanın kalbinde öfke var. Öfke bu kâinatta ne olurdu? Kasırga olurdu, fırtına olurdu, deprem olurdu ve bunlar gibi hadiselere dönerdi.
– Kalbte neşe var. Neşe bu kâinatta ne olurdu? Bahar olurdu, yaz olurdu, insanı mutlu eden hadiseler olurdu.
– İnsanın kalbinde lümme-i şeytaniye var. Lümme-i şeytaniye bu kâinatta ne olurdu? Şeytan ve şerler olurdu.
– Yine kalbte hayırlı ilhamlar var. Bu ilhamlar kâinatta ne olurdu? Melek olurdu, güzellikler olurdu.
– Kalbte korku var. Korku kâinatta ne olurdu? Gök gürültüsü, şimşek, karanlık ve bunlar gibi şeyler olurdu.
– Kalbte hüzün var. Hüzün bu kâinatta ne olurdu? Sonbahar olurdu, kışın başlangıcı olurdu ve insana hüzün veren hadiseler olurdu.
– Kalbte muhabbet var. Muhabbet bu kâinatta ne olurdu? Çekim kuvveti olurdu.
– Kalbte nefret var. Nefret bu kâinatta ne olurdu? İtme kuvveti olurdu.
– Kalbte tevazu ve kibir var. Bunlar kâinatta ne olurdu? Tevazu toprak, kibir kendisini üstün gören şeytan ve şeytanlaşmış insanlar olurdu.
Bunlar gibi, kalbte olan her bir duygu bir âlemin örneğidir. Âlem sürekli değiştiği gibi kalb de sürekli değişir, her an kalbe farklı fikir ve duygular gelir. Bununla farklı bir âlemin örneği olur.
Kalbin binler âleme örnek olmasına şuradan da bakabiliriz:
Bu âlemde tecelli eden isim ve sıfatlar küçük bir mikyasta kalbteki duygularda da tecelli eder.
– Mesela dağda tecelli eden Aziz ismi izzet sahibi bir kalbte de tecelli eder.
– Güneş’in itaatinde tecelli eden Muti ismi itaatkâr bir kalbte de tecelli eder.
– Tertemiz denizlerde tecelli eden Kuddûs ismi vesvese ve şüphelerden temizlenen bir kalbte de tecelli eder.
– Âlemde tecelli eden Rahim ismi şefkat sahibi bir kalbte de tecelli eder. Ve hakeza…
Demek, kalbin binler âlemlere örnek olması, âlemdeki hadiselere benzeyen duyguların kalbte bulunması ve âlemde tecelli eden isimlerin kalbte de tecelli etmesidir.
Kalbin binler âlemlere örnek olmasından şu hakikate bir yol açılır:
Âlemin sahibi kimse kalbin sahibi de odur. Çünkü âlemdeki her bir hadiseye mukabil, o hadiseye benzer kalbte bir duygu vardır. Ve âlemde tecelli eden isimler kalbte de tecelli etmektedir. O hâlde kâinatı yaratmak için nasıl sonsuz bir kudrete, ilme, hikmete ve uluhiyetin diğer sıfatlarına ihtiyaç varsa, kalb latifesini yaratmak için de aynı şeylere ihtiyaç vardır. “Kâinatı kim yarattı?” sorusuna Allah’tan başkasıyla cevap verilemeyeceği gibi, “Kalbi kim yarattı? Kalbi binler âleme kim örnek yaptı?” sorusuna da Allah’tan başkasıyla cevap verilemez.
“Ve Vâhid-i Ehad’den başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor.”
Bu hakikate şu ayet-i kerime delildir.
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Rad 28)
Demek Allah’tan başka hiçbir şey kalbi tatmin etmiyor ve bâtın-ı kalb Allah’tan gayrını kabul etmiyor.
“Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor.”
Üstad Hazretleri bu hakikati Zühre’de şöyle ifade ediyor:
“Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki ebedden ve ebedî zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti olan o sultanına itaat et, kurtul!” (Zühre)
“Duygularının ve latifelerinin sultanı” olan latife kalbtir.
Yirmi Dokuzuncu Söz’de şöyle geçiyor:
“İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, “Ebed, ebed!” sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahluktur.”
Yine Onuncu Söz’de şöyle geçiyor:
“Mesela aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi olan kuvve-i hayaliyeye denilse ki: ‘Sana bir milyon sene ömür ile saltanat-ı dünya verilecek fakat âhirde mutlaka hiç olacaksın.’ Tevehhüm aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla ‘oh’ yerine ‘ah’ diyecek ve teessüf edecek.”
Metinler açık olduğundan izahına girişmiyor; meselenin tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Her zaman dediğimiz gibi, hakikatin boyasıyla boyanmanın yolu tefekkürden geçer; sadece okumak ve anlamak yetmez.
Yazar: Sinan Yılmaz