a
Ana SayfaHabbe2. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur

2. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur

Habbe mütalaasına devam ediyoruz:

“Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur.”

(Âlem-i kebir: Büyük âlem / Şecere: Ağaç / Semere: Meyve)

İlk önce kâinata bir ağaç gözüyle bakalım ve bu mesele üzerine biraz tefekkür edelim:

Kâinat bir ağaç olsa, her bir galaksi bu ağacın bir dalı olurdu. Evrende kaç galaksi olduğu tam bilinmemekle birlikte, 200 milyar ile 2 trilyon arasında bir galaksinin olabileceği söyleniyor. Hadi biz en azını aldık, 200 milyar dedik. Demek, bu kâinat ağacının 200 milyar dalı var.

Her yıldızı bir meyveye benzetsek, demek her dalda yaklaşık 200-300 milyar arası bir meyve var. Dünyamız ise 200 milyar daldan bir dal olan Samanyolu Galaksisi’nin, 300 milyar meyvesinden tek bir meyvedir.

— Kâinat ağacının büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz?

Şimdi, biz kâinat ağacının büyüklüğünü hayal edemezken, hayalimiz ve tasavvurumuz bunu ihata edemezken, karşımıza başka bir hakikat çıkıyor. O da şu:

Bu 200 milyar dalı olan ve her dalında 200-300 milyar meyvesi olan ağacı alıp, Allah’ın “Kürsî” ismini verdiği mekâna atsak, kâinat ağacı Kürsî’de, çöle atılmış bir yüzük gibi oluyor.

— Kürsî’nin büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz?

Bunu da hayal ve tasavvur edemezken karşımıza başka bir hakikat daha çıkıyor. O da şu:

Bu Kürsî’yi alıp Allah’ın “Arş” ismini verdiği mekânın içine atsak, Kürsî de Arş’ta çöldeki yüzük gibi oluyor.

— Acaba Arş ne kadar büyük ve nasıl bir mekân?

Bütün bunlardan sonra da karşımıza başka bir hakikat çıkıyor. O da şu:

Kâinat ağacının en küçük dairesinden en büyük dairesine kadar; zerrattan seyyarata, yerden göğe, denizlerin diplerinden galaksilerin ötesine, Kürsî’den Arş’a kadar her şey, Zat-ı Vâhid-i Ehad olan Allahu Teâlâ’nın kudretiyle ve iradesiyle idare edilmektedir. Her şeyin dizgini Allah’ın elindedir. Bütün fiillerin faili, bütün icatların mucidi, her mahlukun hâlıkı ve bütün işlerin müdebbiri O’dur. En büyük bir sebep, zerre miskal bir işin ve icadın fail-i hakikisi değildir.

Üstadımız dedi ki: Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur.

Peygamberimiz (a.s.m.)’ın nurunun bu âlemin çekirdeği olması meselesini önceki derste mütalaa etmiştik. Üstadımız orada şöyle demişti:

Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.”

Âlem kitabının mürekkebinin nur-u Muhammedî (a.s.m.) olmasıyla, âlem ağacının çekirdeğinin nur-u Muhammedî (a.s.m.) olması aynı şeydir. Âleme bir kitap olarak bakarsak nur-u Muhammedî (a.s.m.)’a “kitabın mürekkebi” deriz. Âleme ağaç olarak bakarsak nur-u Muhammedî (a.s.m.)’a “ağacın çekirdeği” deriz.

Bu makamda şunu ilave etmek isteriz:

Üstad Hazretleri Otuz Birinci Söz’de bu meseleyi şöyle izah ediyor:

“O zat nasıl şu kâinatın çekirdeğidir? Dersiniz: Kâinat onun nurundan halkolunmuş…

İşte şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azim bir şecere manasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin; anasır dalları, nebatat ve eşcar yaprakları, hayvanat çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.

Sâni-i Zülcelal’in ağaçlar hakkında cari olan bir kanunu, elbette şu şecere-i a’zamda da cari olmak, mukteza-yı ism-i Hakîm’dir. Öyle ise mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin numunesini ve esasatını câmi olsun. Çünkü binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz…

Ey müstemi! Şu acib kâinat-ı azîme, bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’ad etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelal, şu kâinatı nur-u Muhammedîden aleyhissalâtü vesselâm nasıl halk etmesin veya edemesin?” (Otuz Birinci Söz)

(Azim: Büyük / Şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı / Âlem-i süflî: Yeryüzü için “süflî âlem”, semavat için “ulvi âlem” tabiri kullanılır / Anasır: Unsurlar / Eşcar: Ağaçlar / Şecere-i a’zam: En büyük ağaç / Mukteza-yı ism-i Hakîm: Hakîm isminin gereği / Müstemi: Dinleyici / İstib’ad: Akıldan uzak görme)

Ana metinden uzaklaşmamak için mezkûr metnin mütalaasına girişmiyor; tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.

Nur-u Muhammedî (a.s.m.)’ın âlem ağacının meyvesi olması da şudur:

Her bir mahluk haddizatında bu ağacın bir meyvesidir.

– Nebatat meyveleri cemadat meyvelerinden daha kıymetlidir.

– Hayvanat meyveleri de nebatat meyvelerinden kıymetlidir.

– En kıymetli meyveler ise nev-i beşerdir.

– Nev-i beşer içinde en kıymetlisi ehl-i imandır.

– Ehl-i iman içinde en kıymetlisi ehlullahtır.

– Ehlullah içinde en kıymetlisi enbiyadır.

– Enbiya içinde ise en kıymetli meyve Hazreti Muhammed (a.s.m.)’dır.

Bu mesele Otuz Birinci Söz’de şöyle geçiyor:

“Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise ona menşe ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası giyecektir.

Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde sâbıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celbeden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehasin-i maneviyesi ile âlemi, ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise Zat-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmdır. Elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zatında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.” (Otuz Birinci Söz)

Yine metnin mütalaasına girişmiyor; mütalaasını ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin