6. Beşinci Nükte: İnsan fıtraten gayet zayıftır. Hâlbuki her şey ona ilişir…
Dokuzuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
BEŞİNCİ NÜKTE
İnsan fıtraten gayet zayıftır. Hâlbuki her şey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder… Hem gayet âcizdir. Hâlbuki belaları ve düşmanları pek çoktur… Hem gayet fakirdir. Hâlbuki ihtiyacatı pek ziyadedir… Hem tembel ve iktidarsızdır. Hâlbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır… Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Hâlbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zeval ve firakı mütemadiyen onu incitiyor… Hem akıl ona yüksek maksatlar ve baki meyveler gösteriyor. Hâlbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır… (9. Söz)
(Fıtraten: Yaratılışça / Müteessir: Üzgün, kederli / Müteellim: Mahzun, elemli / İhtiyacat: İhtiyaçlar / Tekâlif: Teklifler, sorumluluklar / Zeval: Yok oluş / Firak: Ayrılık)
İnsanın kendini tanıması ve mahiyetini bilmesi çok önemlidir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ “Kendini bilen, Rabbini bilir.” (Suyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, 2:451)
Bu sebeple kişi, kendi mahiyetini her vakit derinden derine tefekkür etmeli ve fıtratında aczden, fakrdan ve kusurdan başka hiçbir şey olmadığını nefsine dahi tasdik ettirmelidir. Üstadımız bu sebeple birçok risalede insanın hakiki mahiyeti üzerinde durmuş ve âdeta insana kendisini tanıttırmış…
Firavunlaşarak Rabbine meydan okuyan ve kendisini Allah’tan müstağni gören insanın işte hakiki mahiyeti:
1. Fıtraten gayet zayıftır. Hâlbuki her şey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder.
2. Hem gayet âcizdir. Hâlbuki belaları ve düşmanları pek çoktur.
3. Hem gayet fakirdir. Hâlbuki ihtiyacatı pek ziyadedir.
4. Hem tembel ve iktidarsızdır. Hâlbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır.
5. Hem insaniyet onu kâinatla alakadar etmiştir. Hâlbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zeval ve firakı mütemadiyen onu incitiyor.
6. Hem akıl ona yüksek maksatlar ve baki meyveler gösteriyor. Hâlbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa ve sabrı kısadır.
Cümlelerin manası açık olduğundan dolayı izaha gerek duymuyor ve her bir maddeyi sizlerin tefekkür âlemine havale ediyoruz.
İşte bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelal’in, bir Rahîm-i Zülcemal’in dergâhına niyaz ile namaz ile müracaat edip arzuhal etmek, tevfik ve meded istemek ne kadar elzem ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinad olduğu bedaheten anlaşılır. (9. Söz)
(Fecir: Güneş doğmadan önce ortalığın ağarmaya başladığı vakit / Kadîr-i Zülcelal: Celal sahibi ve kudreti sonsuz olan Allah / Rahîm-i Zülcemal: Cemal sahibi ve merhameti sonsuz olan Allah / Meded: Yardım / Elzem: Çok lazım / Nokta-i istinad: Dayanma noktası / Bedaheten: Apaçık bir şekilde)
Mezkûr ifadede, fecir zamanında Cenab-ı Hakk’a namazla müracaat edip arzuhal etmenin iki sebebine işaret edilmiş:
Birinci sebep: “Bu vaziyette bir ruh” denilerek bir önceki maddede izah edilen insanın mahiyetine dikkat çekilmiş ve böyle bir insana en elzem işin; bir Kadir-i Zülcelâl’in ve bir Rahîm-i Zülcemal’in dergâhına niyazla, namazla müracaat edip arzuhal etmek, tevfik ve medet istemek olduğu beyan buyrulmuş. Zira nihayetsiz zayıf, âciz, fakir, tembel, iktidarsız, mütemadiyen zeval ve firakın tokadını yiyen ve eli kısa, ömrü kısa ve sabrı kısa olan insan için, Cenab-ı Hakk’a iman etmek, O’ndan yardım ve medet istemek ve O’na dua ile sığınmak ne kadar lüzumlu bir iştir, elbette herkes anlar. (Bu lüzumun geniş izahını isteyenler On Yedinci Söz’ün İkinci Makamını okuyabilirler.)
İkinci sebep: Fecirden sonraki gündüz âleminde başına gelecek ve beline yüklenecek işler için insanın tahammüle ihtiyacı vardır. Hâlbuki fıtratında bu tahammül ve sabır yoktur. İşte bu sebepten dolayı kişi, fecir vaktinde Allah’a sığınarak o gün içinde göreceği vazifeler ve taşıyacağı yükler için Allah’tan tahammül ister. Herhâlde fecir vakti yapılan şu duaların hikmeti de kulun fıtratındaki bu tahammülsüzlüğü sebebiyle inayet-i İlahiyeyi celbetmeye çalışması sırrındandır.
اَللَّهُمَّ اِنَّا اَصْبَحَنَا لاَ نَمْلِكُ لِاَنْفُسِنَا دَفْعًا وَلاَ رَفْعًا وَلاَ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا فُقَرَاءُ لاَ شَيْئَ لَنَا ضُعَفَاءُ لاَ قُوَّةَ لَنَا وَاَصْبَحَ الْخَيْرُ كُلُّهُ بِيَدَيْكَ
“Ey Allah’ımız! Nefislerimiz için ne bir def’e, ne bir ref’e, ne bir zarara ve ne de bir menfaate malik olmaksızın sabahladık. Hiçbir şeyi olmayan fakirler, hiçbir kuvveti olmayan zayıflar olarak sabahladık. Hayırların tamamı senin elindedir.”
اَللَّهُمَّ اجْعَلْ اَوَّلَ يَوْمِنَا هَذَا صَلاَحًا وَاَوْسَطَهُ فَلاَحًا وَآخِرَهُ نَجَاحًا وَاخْتِمْ لَنَا بِاالسَّعَادَةِ وَ الشَّهَادَةِ وَالتَّوْبَةِ والْمَغْفِرَةِ وَاْلاِمَانِ، اَللَّهُمَّ اجْعَلْ اَوَّلَهُ رَحْمَةً وَاَوْسَطَهُ زَهَادَةً وَآخِرَهُ تَكْرِمَةً، اَللَّهُمَّ ارْزُقْنَا مِنَ الْعَيْشِ اَرْغَدَهُ وَمِنَ الْعُمْرِ اَسْعَدَهُ وَمِنَ الرِّزْقِ اَوْسَعَهُ
“Ey Allah’ımız! Bugünümüzün başını hayır ve iyilik, ortasını kurtuluş, sonunu ise başarı eyle! Bugünümüzü bizim için saadet, şehadet, tövbe, bağışlanma ve iman ile neticelendir. Ey Allah’ımız! Bugünün başlangıcını rahmet, ortasını zühd ve sonunu da lütuf ve ikram eyle. Ey Allah’ımız! Bize geçimin en genişini, ömrün en mutlusunu ve rızkın da en bol olanını ihsan eyle.”
اَللَّهُمَّ اِنَّكَ سَلَّطْتَ عَلَيَّ عَدُوًّا بَصِيرًا يَرَانَا هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ نَرَاهُ، اَللَّهُمَّ فَآيِسْهُ مِنَّا كَمَا آيَسْتَهُ مِنْ رَحْمَتِكَ وَقَنِّطْهُ مِنَّا كَمَا قَنَّطْتَهُ مِنْ رَحْمَتِكَ وَبَاعِدْ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُ كَمَا بَاعَدْتَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ جَنَّتِكَ
“Ey Allah’ımız! Sen bizlere gören bir düşmanı musallat etmişsin ki o ve kabilesi bizi, bizim onları göremediğimiz yerden görür. Ey Allah’ımız! Onu rahmetinden ümitsizliğe düşürdüğün gibi, bizden de ümitsizliğe düşür. Ey Allah’ımız! Onu rahmetinden ümitsiz ettiğin gibi, bizden de ümitsiz et. Ey Allah’ımız! Onunla cennetinin arasını ayırdığın gibi, bizimle de arasını ayır!”
اَللَّهُمَّ اِنِّى اَصْبَحْتُ مِنْكَ فِى نِعْمَةٍ وَعَافِيَةٍ وَسَتْرٍ، فَاَتِمَّ عَلَيَّ نِعْمَتَكَ وَعَافِيَتَكَ وَسَتْرَكَ فِى الدُّنْيَا وَفِى اْلآخِرَةِ
“Ey Allah’ımız! Şüphesiz ben senden bir nimet, bir afiyet ve bir setr (ayıpları örtme) üzere sabahladım. Nimetini, afiyetini ve setrini hem dünyada hem de ahirette üzerime tamamla!”
Bu makamda birçok seher duası nakletmek mümkündür. Bu duaları dua kitaplarına havale ediyor ve sözün özü olarak şöyle diyoruz:
Seher vakitlerinde Cenab-ı Hakk’a yapılan bütün duaların özünde; kulun kendi acziyetini, fakrını, tahammülsüzlüğünü, zayıflığını, sabırsızlığını ve yalnızlığını Allahu Teâlâ’ya arz etmesi ve onu bekleyen gündeki meşakkatli vazifeler ve zor işler için Cenab-ı Hak’tan yardım dilemesi vardır. Bu dua ve niyaz, kulun fıtratının bir neticesidir. O hâlde kim kendini keşfedebilirse, seher vakitlerinin bülbülü ve gülü olur.
Yazar: Sinan Yılmaz