4. Üçüncü Nükte: Nasıl ki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır…
Dokuzuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Nasıl ki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fatiha-i Şerife, şu Kur’an-ı Azîmüşşan’ın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibadatın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. (9. Söz)
(Âlem-i kebir: Büyük âlem / Misal-i musaggar: Küçültülmüş örnek / Timsal-i münevver: Nurlu örnek / Enva: Çeşitler / Şamil: İçine alan / Esnaf-ı mahlukat: Mahlukatın sınıfları ve çeşitleri / Elvan-ı ibadet: İbadet çeşitleri)
Bu metinde dört nokta üzerinde duracağız:
1. İnsanın şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarı olması
Misal-i musaggar “küçültülmüş örnek” demektir. İnsan şu kâinatın küçültülmüş bir misalidir. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır. Mesela:
– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.
– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.
– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.
– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.
– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.
– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.
– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.
– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.
– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.
– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.
– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.
– Âlemde Arş var, bizde kalp.
– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.
– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…
Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.
Meseleye şöyle de bakabiliriz:
İnsan, hikmetli bir şekilde ve belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya noktadır. Yani mesela:
– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağdı, bir damlasını alıp insana koydu, o damla insanda hafıza oldu.
– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kalp oldu.
– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda akıl oldu.
– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda hayal kuvveti oldu.
– Ormanları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda saç, sakal ve kıllar oldu.
– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kemik şeklini aldı. Ve hakeza…
2. Fatiha-i Şerife’nin Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveri olması
Fatiha’nın Kur’an’ın bir timsal-i münevveri olması, Kur’an’a bir fihriste ve mücmel bir hülasa olmasıdır.
Hazreti Ali (r.a.) bu hakikati şöyle ifade ediyor:
— Bütün semavi kitapların esrarı Kur’an’dadır. Kur’an’daki her şey Fatiha’dadır. Fatiha’daki her şey besmelededir. Besmeledeki her şey besmelenin be’sindedir. Besmelenin be’sindeki sır ise onun altındaki noktadadır.
Hazreti Ali’nin bu sözünü İmam Kudûrî “Yenâbiu’l-Mevedde” adlı eserinde rivayet etmiştir. Yine Râzî Hazretleri Hazreti Ali’nin ismini vermeden, “Denilir ki…” diyerek bu rivayeti nakleder. (Râzî, 1/98)
Üstad Hazretleri bu hakikati İşârâtü’l-İ’caz’da şöyle izah ediyor:
“Kur’an’daki anasır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür.” (İşârâtü’l-İ’caz)
(Anasır-ı esasiye: Esas unsurlar)
Kur’an’ın takip ettiği bu dört unsur -tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet- Fatiha’nın içinde de mündemiçtir. Bu sırdan dolayı Fatiha Kur’an’ın fihristesi ve mücmel bir hülasası olmuştur.
Üstad Hazretleri, mezkûr dört unsurun Fatiha’da bulunduğunu İşârâtü’l-İ’caz’da şöyle izah ediyor:
“Ve keza, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ daki لِ ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir. رَبِّ الْعَالَمِينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye resuller vasıtasıyla olur. مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ zaten sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Arapça bilmeyenleri düşünerek metni cümle cümle açalım:
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ daki لِ ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir:
لِلّٰهِ daki لِ harfi, ihtisas ya da istihkak lâmı olarak isimlendirilir. Bu لِ bir ismin başına geldiğinde manayı -başında bulunduğu- isme hasr ve tahsis eder. Türkçeye “sadece, ancak, ancak ve ancak” karşılıklarıyla tercüme edilir.
Buna göre, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ kelamının manası, “Hamd sadece Allah’a mahsustur.” şeklindedir. Manaya “sadece” anlamını katan edat لِ harfidir. Bu harf bütün hamdin sadece Allah’a mahsus olduğunu ifade etmektedir. Bütün hamdin sadece Allah’a mahsus olması da tevhide işaret eder.
رَبِّ الْعَالَمِينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur:
رَبِّ الْعَالَمِينَ “Âlemlerin Rabbi” manasındadır. Bu kelam hem adalete hem de nübüvvete remizdir. Şöyle ki:
Madem Allahu Teâlâ bütün âlemlerin Rabbidir, o hâlde elbette mahlukatını Rab isminin tecellisiyle terbiye edecektir ve etmiştir. Kuşa uçmayı, balığa yüzmeği, arıya bal yapmasını vs. öğretmek hep Rab isminin bir tecellisidir.
Madem Allahu Teâlâ Rab ism-i şerifinin tecellisiyle bütün âlemleri terbiye etmiştir, elbette bu âlemin en kıymetli misafirleri olan insanları da terbiye edecektir. Terbiye ise resuller vasıtasıyla olur. Resul olmazsa terbiye de olmaz. Kendilerine resul gönderilmeyen kavimlerin hâli işte ortada… Neredeyse hayvandan dahi aşağıya düşmüşler.
İnsanı hakiki insan yapan ve insaniyetin zirvesine ulaştıran şey İlahî terbiyedir ki bu da resuller vasıtasıyla olur. Bu da nübüvvete remizdir.
Hem madem resuller vasıtasıyla bir terbiye olacak elbette bu terbiye adalet üzere olacak. Zaten terbiyenin maksadı da kişiyi bu adalete ulaştırmaktır. Bu da makasıd-ı erbaadan olan adalete remizdir.
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ zaten sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder:
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ “Din gününün sahibi” manasındadır. Bu kelam açıkça haşir ve kıyamete delalet etmektedir. Zira “din” lafzı “ceza, hesap, hüküm verme” manalarındadır. Buna göre, مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ “ceza gününün sahibi, hesap gününün sahibi, hüküm verme gününün sahibi” manalarına gelir. Bu da ahirete delalet eder.
Hülasa: Fatiha-i Şerif, Kur’an’ın bir timsal-i münevveri, bir fihristesi ve mücmel bir hülasasıdır.
3. Namaz bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir
Namaz bütün ibadetleri içinde cemeden bir ibadettir. Mesela:
– Namazda oruç vardır, zira namaz kılan kimse yemek yiyemez ve bir şey içemez.
– Namazda Kur’an okumak vardır.
– Namazda tesbih, takdis, tekbir ve hamd vardır. Yani namaz zikrin hülasasıdır.
– Namazda tefekkür vardır. Zira namaz kılan kişi Kâbe’yi karşısına alır ve bu tefekkürle namazını kılar.
– Namazda kelime-i şehadet vardır. Her tahiyyat okuyuşunda kelime-i şehadet tekrar edilir.
– Namazda dua vardır.
– Namazda tesettür ve setr-i avret vardır.
– Namazda abdest vardır…
İşte namaz, bunlar gibi bütün ibadetleri içine almış, bununla da ibadetlere nurani bir fihriste olmuştur.
4. Namaz bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir
Şu âleme dikkat ile bakılsa görülür ki her bir mahluk bir ibadet-i mahsusa ile meşguldür. Mahlukatın bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda ve bir kısmı da secdededir.
Mesela ağaçlar kıyam yaparak Rablerine ibadet ederler. Bazen de rüzgâr ile rükûa giderler ve kudret-i İlahiyenin karşısında eğilirler. Bazen de olur ki azamet-i İlahiye karşısında çatlar ve başlarını secdeye koyarlar.
Çiçekleri ise genelde rükûda görürüz. Boyunlarını bükerler ve azamet-i Rabbâniye karşısında küçülürler, büzülürler ve başlarını rükûdan kaldıramazlar.
Dağlar ise kıyamdadır; Cenab-ı Mevlalarını kıyamda zikrederler.
Ot ile beslenen hayvanlar beslenme anında âdeta secdeye giderler ve boyunlarını bükerek Rezzak-ı Kerim’in karşısında eğilirler, Ona şükür ve hamd ederler.
Daha bunlar gibi, her kim ibadet gözüyle şu âleme baksa, bir kısım mahluku kıyamda, bir kısmını rükûda, bir kısmını secdede ve bir kısmını da teşehhüdde görür.
Ayrıca melekler de böyledir. Bir kısmı yaratıldığı günden beri kıyamdadır. Bir kısmı milyonlarca senedir rükûdadır. Bir kısmı da secdede…
Peygamberimiz (a.s.m.) miraç olayının Kudüs’ten sonrasını şöyle anlatır:
“…Sonra beraberce göğe yükseldik. Cebrail aleyhisselam birinci kat göğün kapısını çaldı. Hemen kapı açıldı ve kendimi Âdem (a.s.)’ın karşısında buldum. Bana “Merhaba” dedi ve dua etti… Burada çok melek gördüm. Hepsi kıyamda huşu ve huzû ile durmuşlar:
سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَرَبُّ الْمَلاَئِكَةِ وَالرَّوحِ zikriyle meşguldüler. Cebrail’e sordum:
— Bu meleklerin ibadeti bu mudur?
— Evet, bunlar yaratıldıkları andan ta kıyamete kadar kıyam üzere olurlar.
Hak Teâlâ’dan diledim ki bu ibadeti ümmetime nasip etsin. Duamı kabul etti. Namazda olan kıyam odur.
İkinci kat göğe çıktık. Cebrail aleyhisselam kapıyı çaldı. Kapı açıldığında kendimi, teyze çocukları İsa ile Yahya bin Zekeriyya (a.s.)’ın yanında buldum. Bana “Merhaba” dediler ve duada bulundular… Meleklerden bir cemaate rastladım. Saf bağlayıp durmuşlar, cümlesi rükûda idi. Kendilerine mahsus bir tesbihleri vardı. Devamlı olarak rükûda dururlar, başlarını kaldırıp yukarı bakmazlar. Cebrail aleyhisselam: “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Hak Teâlâ’dan iste de ümmetine nasip olsun.” dedi. Dua ettim. Kabul buyurup namazda rükûu ihsan eyledi.
Sonra üçüncü kat göğe çıktık, kapı açıldı ve kendimi Yusuf (a.s.)’ın yanında buldum. Baktım ki kendisine güzelliğin yarısı verilmiş. Bana “Merhaba” dedi ve dua etti… Çok melek gördüm. Saf hâlinde, cümlesi secdede idiler. Yaratıldıkları andan beri secdede olup kendilerine mahsus tesbih ile tesbih ederler. Cebrail aleyhisselam: “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Allahu Teâlâ’dan iste ki bu ameli ümmetine müyesser eylesin.” dedi. Hak Teâlâ’dan diledim. Kabul edip namazda size nasip eyledi…
Beşinci kat göğe çıktık, orada Harun (a.s.) ile karşılaştık. Bana “Merhaba” dedi ve hayır duada bulundu. Beşinci kat gök meleklerinin ibadetlerini gördüm. Cümlesi ayakta duruyor ve ayaklarının parmaklarına nazar ediyor, asla başka yere bakmıyor, yüksek sesle tesbih ediyorlardı. Hazreti Cebrail’den “Bu meleklerin ibadeti böyle midir?” diye sordum. “Evet, Hak Teâlâ’dan dile de bu ibadeti ümmetine nasip eylesin.” dedi. Dua ettim. Cenab-ı Hak ihsan etti…” (Şerh-i Delâilü’l-Hayrât ve Şevârikı’l-Envâr)
İşte namaz, ef’al ve erkânıyla, meleklerin ve diğer mahlukatın elvan-ı ibadetlerini cemetmiş bir harita-i kudsiyedir.
Yazar: Sinan Yılmaz