11. Hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, hüşyar yıldızlar…
Mütalaaya kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, hüşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar… ve bu misafirhane-i âlemde birer lambası ve hizmetkârı olan… Zat-ı Zülcelal’in kibriyasını düşünüp اَللّٰهُ اَكْبَرُ deyip rükûa varmak…
Hem bütün mahlukatın secde-i kübrasını düşünüp… yani şu gecede yatmış mahlukat gibi, her senede, her asırdaki enva-ı mevcudat… hatta arz, hatta dünya… birer muntazam ordu, belki birer muti nefer gibi… vazife-i ubudiyet-i dünyeviyesinden “emr-i kün feyekûn” ile terhis edildiği zaman… yani âlem-i gayba gönderildiği vakit… nihayet intizam ile zevalde gurûb seccadesinde اَللّٰهُ اَكْبَرُ deyip secde ettikleri…
Hem “emr-i kün feyekûn”den gelen bir sayha-i ihya ve ikaz ile… yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup… kıyam edip kemerbeste-i hizmet-i Mevla oldukları gibi… şu insancık onlara iktidaen o Rahman-ı Zülkemal’in, o Rahîm-i Zülcemal’in bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet… beka-âlûd bir mahviyet… izzet-âlûd bir tezellül içinde اَللّٰهُ اَكْبَرُ deyip sücuda gitmek… yani bir nevi miraca çıkmak demek olan… işâ namazını kılmak, ne kadar hoş… ne kadar güzel… ne kadar şirin… ne kadar yüksek… ne kadar aziz ve leziz… ne kadar makul ve münasip bir vazife… bir hizmet… bir ubudiyet… bir ciddi hakikat olduğunu elbette anladın. (9. Söz)
(Hüşyar: Uyanık / Misillü: Gibi, benzer / Musahhar: Boyun eğmiş, itaatkâr / Kibriya: Büyüklük ve azamet / Secde-i kübra: En büyük secde / Muti: İtaatkâr / Vazife-i ubudiyet-i dünyeviye: Dünyadaki kulluk vazifesi / Emr-i kün feyekûn: Allah’ın “Ol.” emriyle eşyanın vücut bulması / Zeval: Yok olma, yok edilme / Gurûb: Batma, batış / Sayha-i ihya ve ikaz: Hayat veren ve uyaran sesleniş / Kemerbeste-i hizmet-i Mevla: Allah’ın huzurunda, O’nun emrine hazır şekilde el bağlamak / İktidaen: Uyarak, tabi olarak / Bârgâh: İzinle girilebilecek makam, sultan çadırı veya sarayı / Bârgâh-ı huzur: Allah’ın huzuru / Hayret-âlûd: Hayret verici / Beka-âlûd: Beka sırrından payını almış / Mahviyet: Tevazu, alçakgönüllülük / İzzet-âlûd: Şeref ve yücelikle karışık / Tezellül: Zelil olmak / Sücud: Secde)
Metnin ilk beş maddesini önceki derste kaydetmiştik. Altıncı maddeyle haritalamaya devam edelim:
6. Şimdi yatmış nebatat ve hayvanat gibi, gizlenmiş güneşlerin ve hüşyar yıldızların, Allah’ın emrine musahhar birer nefer olduğunu düşünmek.
7. Onların bu misafirhane-i âlemde Allah’ın birer lambası ve hizmetkârı olduğunu düşünmek.
8. Bunlarla da Zat-ı Zülcelal’in kibriyasını düşünüp اَللّٰهُ اَكْبَرُ diyerek rükûa varmak.
9. Hem bütün mahlukatın secde-i kübrasını düşünmek.
10. Yani şu gecede yatmış mahlukat gibi, her senedeki ve her asırdaki envâ-ı mevcudat, dünyevi vazifelerinden “emr-i kün feyekûn” ile terhis edildiği yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevalde gurûb seccadesinde “Allahu Ekber” deyip secde ettiklerini düşünmek.
11. Hem mahlukatın bahar mevsiminde, “emr-i kün feyekûn”den gelen bir sayha-i ihya ve ikaz ile kısmen aynen, kısmen mislen haşrolduğunu düşünmek.
12. Yine mahlukatın baharda kıyam edip, Mevla’nın hizmetinde el bağladıklarını iman gözüyle görmek.
13. Biz dahi onlara iktidaen, Mevla’nın huzurunda bir muhabbet, bir mahviyet ve bir tezellül içinde “Allahu Ekber” deyip secdeye gitmek.
14. Yani bir nevi miraca çıkmak.
İşte bütün bu manaları cemeden işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar makul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddi hakikattir, insan olan anlar!..
Bütün bu maddeler üzerinde derinden derine tefekkür etmemiz gerekir. Mananın kalpte ve ruhta meleke hâline gelmesinin tek yolu tefekkürdür. O hâlde bütün namaz vakitleri için zikredilen maddeleri ezberlemeli ve vaktin namazını kılmadan önce 5-10 dakika bu manaları tefekkür etmeliyiz. Bu tefekkürü de namazdaki huşumuza bir vesile yapmalıyız.
Hep diyorum ya: Okumak kolay, asıl mesele amel etmek!..
Metne devam edelim:
Demek şu beş vakit, her biri birer inkılab-ı azîmin işaratı… ve icraat-ı cesîme-i Rabbaniyenin emaratı… ve in’amat-ı külliye-i İlahiyenin alâmatı… olduklarından, borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir. (9. Söz)
Bütün Dokuzuncu Söz bu cümlenin izahıdır. Bu Dokuzuncu Söz’ü bu cümlenin şerhi makamında okuduk ve mütalaa ettik. Bu sebeple tekrar izahına girişmiyoruz.
Üstad Hazretleri Dokuzuncu Söz’ü şu ayet ve salavatla tamamlıyor:
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
“Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz sen alîm ve hakîmsin.” (Bakara 32)
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ مُعَلِّمًا لِعِبَادِكَ لِيُعَلِّمَهُمْ كَيْفِيَّةَ مَعْرِفَتِكَ وَالْعُبُودِيَّةَ لَكَ وَمُعَرِّفًا لِكُنُوزِ اَسْمَائِكَ وَ تَرْجُمَانًا لِاٰيَاتِ كِتَابِ كَائِنَاتِكَ وَمِرْاٰتًا بِعُبُودِيَّتِه لِجَمَالِ رُبُوبِيَّتِكَ وَعَلٰى اٰلِه وَصَحْبِه اَجْمَعينَ وَارْحَمْنَا وَارْحَمِ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اٰمينَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمينَ
“Ey Allah’ımız! Kullarına seni nasıl tanıyacaklarını ve sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kâinat kitabının ayetlerinin tercümanı ve kulluğuyla senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zata, onun bütün âl ve ashabına salât ve selam eyle. Bize ve erkek-kadın bütün müminlere merhamet et. Âmin. Rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi.”
Dokuzuncu Söz’ün mütalaası burada tamamlandı. Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun, bizlere böyle kıymetli bir eseri mütalaa ettirdi, yaralarımıza merhem sürdü. Rabbim namazı bu manalarla kılmayı bizlere nasip etsin. Allah’a emanet olun, dualarınızda bizleri de unutmayın.
Yazar: Sinan Yılmaz