2. Birinci Nükte: Namazın manası, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve tazim ve şükürdür…
Dokuzuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Şu ince ve derin manayı bir parça fehmetmek için beş nükteyi nefsimle beraber dinlemek lazım. (9. Söz)
“Nefsimle beraber” ifadesi üzerine biraz mütalaa yapalım:
Üstad Hazretleri kendi nefsine konuşuyor. Çünkü nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Üstad Hazretleri ki âlimdir, allamedir; bu hakikatler onun fikrine doğmuş ve gönlünde pişmiştir. Buna rağmen kendini muhatap yapıyor ve nefsiyle konuşuyor. Belki de bize bir usul öğretiyor.
O hâlde bizler de Risaleleri okurken kendi nefsimizi muhatap almalıyız. Mesela ben yazarken size değil, kendime yazmalıyım. Anlatırken size değil, kendime anlatmalıyım. Öğretirken size değil, nefsime öğretmeliyim. Sizleri belki nefsimin ders arkadaşı kabul etmeliyim. Kendimi en muhtaç ve en zavallı bilmeliyim. Böyle bilirsem istifade eder ve manevi yaralarıma merhem sürerim.
Sizler de okurken nefsinizi muhatap kabul ederek okumalısınız. Risalelerin size özel yazıldığını düşünmeli ve her bir kelamı bir merhem bilip manevi yaralarınıza sürmelisiniz.
İşte “nefsimle beraber” hitabında böyle bir ders vardır.
BİRİNCİ NÜKTE
Namazın manası, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve tazim ve şükürdür. Yani celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek; hem kemaline karşı lafzen ve amelen “Allahu Ekber” deyip tazim etmek; hem cemaline karşı kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillah” deyip şükretmektir. (9. Söz)
(Kavlen: Söz söyleyerek / Lafzen: Sözle)
Mezkûr ifadede namazın manası şöyle izah edilmiş:
1. Namaz, Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmektir. Yani Allahu Teâlâ’nın celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” demektir.
2. Namaz, Cenab-ı Hakk’ı tazim etmektir. Yani Allahu Teâlâ’nın kemaline karşı lafzen ve amelen “Allahu Ekber” demektir.
3. Namaz, Cenab-ı Hakk’a şükretmektir. Yani cemaline karşı kalben, lisanen ve bedenen “Elhamdülillah” demektir.
Burada birkaç meseleyi izah edelim:
1. Lafızların benzerliği
Tesbih etmede “kavlen ve fiilen” denilmiş; tazim etmede “lafzen ve amelen” denilmiş; şükretmede ise “kalben, lisanen ve bedenen” denilmiş. Bu ifadelerdeki “kavlen”, “lafzen” ve “lisanen” kelimeleri aynı manadadır. Yine “fiilen”, “amelen” ve “bedenen” kelimeleri de aynı manadadır. Aynı kelime yerine aynı manayı ifade eden farklı kelimelerin kullanılması “tefennün” içindir. Tefennün, söz söyleme sanatı olan belagat ilminde bir sanattır. Muhatabı sıkmamak için aynı kelimeleri kullanmak yerine aynı manaya gelen farklı kelimeler kullanılır. Üstadımız bu sanatı eserlerinde sıklıkla kullanmıştır. Risale-i Nurların onlarca defa okunmasına rağmen bıktırmayışının bir sebebi de budur. Üstadımız aynı manayı hep farklı kelimelerle ifade eder. Bu sayede lafza ünsiyet gerçekleşmez.
O hâlde Üstadımızın mezkûr ifadesini şöyle sadeleştirebiliriz:
Namazın manası: Hem kavlen hem fiilen, Cenab-ı Hakk’ın celaline karşı “Sübhanallah” deyip takdis etmek; kemaline karşı “Allahu Ekber” deyip tazim etmek; cemaline karşı da “Elhamdülillah” deyip şükretmektir.
2. Celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek
Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını üçe ayırmak mümkündür: Celalî olanlar, cemalî olanlar ve kemalî olanlar.
Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğüne ve azametine işaret eden isimler celal silsilesinin isimleridir. Bu isimlere örnek olarak: Kebir, Aziz, Müteâl, Cebbar, Mütekebbir, Kahhar, Celil, Müntakim ve Azim isimlerini sayabiliriz. Bütün bu isimlerde ve bu isimlerin tecelli ettiği yerlerde Allahu Teâlâ’nın büyüklüğü ve azameti gözükmektedir.
İşte namaz, Allahu Teâlâ’nın celaline karşı hem kavlen hem de fiilen “Sübhanallah” deyip Allahu Teâlâ’yı cümle kusurdan takdis etmektir. Yani Allah’ın büyüklüğünün bütün kusur ve noksanlardan beri olduğunu ilan etmektir. Sübhanallah sözü bu ilanın kavlî ifadesidir. Namazın rükû, secde ve kıyamı da bu takdisin fiilî ilanıdır.
Yani namaz şöyle demektir: Ya Rabbi! Sen o kadar yücesin ve büyüksün ki işte senin huzurunda iki büklüm oluyorum. Bu hâlim ile senin büyüklüğün karşısında küçülüyor, celalinin karşısında eğiliyor ve azametinin karşısında secdeye gidiyorum. Ve bu hâlimi “Sübhanallah” sözümle de kavlen ilan ediyorum.
3. Kemaline karşı lafzen ve amelen “Allahu Ekber” deyip tazim etmek
Allahu Teâlâ bütün kemal sıfatlar ile muttasıftır. Mesela alîmdir, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Kadîrdir, gücü her şeye yeter; cenneti bir çiçek kolaylığında yaratır. Basirdir, her şeyi görür; hiçbir şey onun görüşünden gizlenemez. Semidir, her sesi işitir hatta kalbin en gizli sesini dahi duyar…
İşte namaz, Cenab-ı Hakk’ın idrakten âciz kaldığımız bu sonsuz kemaline karşı tazimdir. Allahu Ekber sözü bu tazimin lafzen ilanıdır. Bu lafız ile kul der ki: Ya Rabbi! Sen her şeyden daha büyüksün! Senin kudretin, ilmin, görmen, işitmen, irade etmen ve diğer bütün isim ve sıfatların nihayetsizdir. Senin kemalini hakkıyla anlamaktan ve idrak etmekten âcizim. Bu acziyetimi ilan ediyorum ve kemalinin büyüklüğüne karşı sadece “Allahu Ekber” diyebiliyorum…
Namazın ef’al ve erkânı da bu tazimin lisan-ı hâl ile ilanıdır. Kul kıyamda ellerini bağlamış bir hâlde dururken, belini bükmüş rükûda beklerken, tevazu ile secde ederken âdeta Allah’ın kemaline karşı tazim eder ve manen “Allahu Ekber” der.
4. Cemaline karşı kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillah” demek
Cenab-ı Hak bütün güzelliklerin membaı ve kaynağıdır. Şu âlemin bütün güzelliği, Rabbimizin cemalinin zayıf bir gölgesidir. Hatta cennet dahi bütün şaşaası ve güzelliği ile birlikte, Rabbimizin cemalinin sadece zayıf bir lem’asıdır.
İşte namaz, Rabbimizin bu cemaline ve bize karşı cemalî isimleriyle muamele etmesine karşı bir şükürdür. Bu şükür hem “Elhamdülillah” sözünde hem de namazın ef’al ve erkânında mevcuttur.
Peygamberimiz (a.s.m.)’dan nakledilen şu hadis-i şerifler, namazın nasıl bir şükür olduğunu beyan buyurmaktadır:
— Her birinizin her bir eklemi için günde bir sadaka vermesi gerekir. İşte bu sebeple, her tesbih bir sadaka, her hamd bir sadaka, her tehlil (lâ ilâhe illallah demek) bir sadaka, her tekbir bir sadaka, iyiliği tavsiye etmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kuşluk vakti kılınan iki rekât namaz bunların yerini tutar. (Riyâzü’s-Sâlihîn)
Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
— Peygamberimiz (a.s.m.) geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona: “Ya Resulallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı hâlde niye böyle kendini yoruyorsun?” dedim. Bana cevaben: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhârî, Müslim)
Metne kaldığımız yerden devam edelim:
Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki namazın harekât ve ezkârında bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki namazdan sonra, namazın manasını tekid ve takviye için şu kelimât-ı mübareke otuz üç defa tekrar edilir. Namazın manası şu mücmel hülâsalarla tekid edilir. (9. Söz)
(Tesbih: Sübhanallah deyip Allah’ı tesbih ve tenzih etmek / Tekbir: Allahu Ekber deyip Allah’ı tazim etmek / Hamd: Elhamdülillah deyip Allah’a hamdüsena etmek / Ezkâr: Zikirler / Kelimât-ı mübareke: Mübarek kelimeler / Mücmel: Az sözle anlatılmış, kısa / Hülasa: Öz)
Üstad Hazretleri mütalaasını yaptığımız Birinci Nükteyi özetledi. Bir daha üzerinden geçecek olursak:
Tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Nasıl ki bir çekirdeği toprağa atsanız ondan bir ağaç çıkar. Aynen bunun gibi, tesbih, tekbir ve hamdin manasını ubudiyet toprağına atarsanız ondan namaz çıkar. Namaz, bu çekirdeklerin bir şecere-i nuraniyesidir.
Ondandır ki namazın harekât ve ezkârında bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Mesela namaza girerken tekbir alırız ve “Allahu Ekber” deriz. Rükûa ve secdeye giderken de aynı kelamı söyler; bu şekilde Rabbimizi tazim ederiz.
Rükûda “Sübhâne rabbiye’l-azim”, secdede “Sübhâne rabbiye’l-a’la” deriz; bu şekilde Rabbimizi tesbih ederiz.
Her rekâta Fatiha ile başlayarak “Elhamdülillah” deriz. Yine rükûdan doğrulduğumuzda “Allahümme rabbenâ ve leke’l-hamd, hamden tayyiben kesîran mübâreken fîh” deriz; bu şekilde Rabbimize hamdüsena ederiz.
Hülasa: Namazın bütün ezkârında tesbih, tekbir ve hamd vardır.
Namazın harekâtında bu üçünün olması ise şudur: Kıyam edip elleri bağlamak, rükûa gidip boyun bükmek ve secdeye kapanıp yüzü yere sürmek, lisan-ı hâl ile bir tesbih, tekbir ve hamddir. Bu ef’alde Allah’ın büyüklüğünü kabul, kemalini tasdik ve nimetlerini ikrar vardır.
Hem ondandır ki namazdan sonra, namazın manasını tekid ve takviye için şu kelimât-ı mübareke otuz üç defa tekrar edilir. Namazın manası şu mücmel hülasalarla tekid edilir. Demek namazdan sonraki tesbihat, namazın manasını ikmal ve tekit içinmiş. Mezkûr kelimeler -hap gibi- mücmel hülasalarmış. Çok büyük ve derin hakikatler bu özlerin içine yerleştirilmiş.
Cenab-ı Hak, namazı bu manalarla kılmayı ve namazdan sonraki tesbihatı bu manaların tefekkürüyle yapmayı bizlere nasip etsin. Âmin.
Yazar: Sinan Yılmaz