7. Hatta denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî cennetin bir sebeb-i vücudu…
Üçüncü Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hatta denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fıtrî umumi duadır ki Baki-i Zülcelal o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu; o tesirli, kuvvetli, umumi duayı kabul etmiştir ki fâni insanlar için baki bir âlemi halk etmiş. (3. Lem’a)
(Âlem-i beka: Baki ahiret âlemi / sebeb-i vücudu: Varlığının ve icadının sebebi / Arzu-yu beka: Sonsuz yaşama isteği, ebedîlik arzusu / Fıtrî: Doğuştan gelen)
Ey nefsim! Allahu Teâlâ mucibtir; her duaya icabet eder.
– Bir tohum lisan-ı istidat ile dua eder ve çiçek olmak ister; Allah duasına icabet edip, onu çiçek yapar.
– Bir ağaç lisan-ı ihtiyaç ile dua eder ve Allah’tan su ister; Allah onun imdadına bulut ordularını gönderir.
– Mide lisan-ı ızdırar ile dua eder ve yiyecek ister; Allah koca zemini ona bir sofra-i nimet yapar.
Bütün bunlar lisan-ı hâl ile yapılan dualara misaldir. Bir de lisan-ı kâl vardır ki her mümin elini açıp Allah’tan matlubunu ister; Allah matlubunu ona musahhar eder.
Ey nefsim! Sen de mahiyetindeki aşk-ı bekanın lisan-ı hâliyle beka için fıtrî bir dua ediyorsun. Hem sadece sen değil, bütün nev-i beşer aynı duayı ediyor ve Allah’tan beka istiyor.
İşte âlem-i ahiretin ve ebedî cennetin yaratılmasının bir sebebi, mahiyet-i insaniyedeki aşk-ı bekadan çıkan arzu-yu beka ve beka için yapılan fıtrî ve umumi dualardır.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerîm, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz’î arzusunu ve muvakkat bir beka için lisan-ı hâl ile duasını hadsiz enva-ı mat’umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve külli ve daimi ve haklı ve hakikatli, kâlli, hâlli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz. (3. Lem’a)
(Fâtır-ı Kerîm: Cömert yaratıcı / Hâlık-ı Rahîm: Merhametli yaratıcı / Muvakkat: Geçici / Enva-ı mat’umat-ı leziziye: Lezzetli yiyecek çeşitleri / İhtiyac-ı fıtrî: Doğuştan gelen ihtiyaç / Kâlli: Dil ile / Hâlli: Hâl ile)
Ey nefsim! O Allahu Teâlâ ki en gizli ve en küçük bir mahlukun, en cüz’î bir ihtiyacı için, lisan-ı hâliyle yaptığı duayı işitir, kabul eder; ihtiyacını ona ihsan eder. Mesela:
– Mide lisan-ı ihtiyaç ile yiyecek ister; Allahu Teâlâ duasına icabet edip, yeryüzünü ona bir sofra-i nimet yapar.
– Bir sinek lisan-ı hâliyle kanat ister; Allahu Teâlâ ona kanat ihsan eder.
– Balık yüzgeç ister; ona yüzgeç ikram eder.
– Bir böcek ayak ister, göz ister, kulak ister; ister de ister… Ne isterse hepsini ona in’am eder.
Mahlukata yapılan bütün bu ihsanlar onların lisan-ı hâlleriyle yaptıkları dualara bir icabettir.
Bütün bu icabetler ispat eder ki: Perde arkasında bir Zat-ı Rahim ve Kerim var. O her sesi işitir ve her duaya icabet eder.
Ey nefsim, hiç mümkün müdür ki o Zat-ı Rahim ve Kerim, en âdi mahlukunun, en cüz’î arzusunu işitsin ve duasına icabet etsin de nev-i beşerin en büyük bir ihtiyacını, bekaya dair fıtrî ve şiddetli arzusunu ve ebede dair küllî ve daimi duasını işitmesin ya da işitsin de bu duaya icabet emesin? Bu hiç mümkün müdür?
Ey nefsim! Allah’ın hikmeti, adaleti, rahmeti, kudreti buna müsaade eder mi? Haşa ve kella…
(Allah’ın isimlerinin buna müsaade etmeyeceğini Onuncu Söz ve Lâsiyyemalar Risalesi’nde mütalaa ettiğimizden -ana metinden uzaklaşmamak için- burada bu kapıyı açmıyoruz. Dileyenler mezkûr iki mütalaadan birinin PDF’ini sitemizden indirerek meseleyi okuyabilirler.)
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemalâtı, lezzetleri, bekaya tabidir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal’e mahsustur ve madem Bâki’nin esması bâkiyedir ve madem Bâki’nin âyineleri Bâki’nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. (3. Lem’a)
(Beka: Ebedîlik, sonsuzluk / Bâki-i Zülcelal: Celal sahibi ve baki olan (Allah) / Bâkiye: Baki, ebedî)
Ey nefsim, ne kadar yanılmış ve ne kadar aldanmışsın!.. Sen bekaya âşıksın ve bütün kemalât ve lezzetlerin bekaya tabidir. Hatta eşyaya karşı bir nevi tevehhüm-ü bekan (eşyayı baki zannetmen) olmasa idi hiçbir şeyi sevemez ve hiçbir şeyden lezzet alamazdın.
Hâl böyle iken, sen fânilerin peşinde koşmuş, kemalâtını ve lezzetini fâni eşyada aramışsın. Yolunu şaşırmış ve haktan sapmışsın…
Ey nefsim!
– Madem kemalâtın ve lezzetin bekaya tabidir.
– Ve madem beka sadece Bâki-i Zülcelal olan Allah’a mahsustur.
– Ve madem o Bâki-i Zülcelal’in esması bakidir, ebedîdir.
– Ve madem o esmanın aynaları ve mazharları Bâki’nin rengini ve hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur.
O hâlde sana düşen en elzem iş şudur:
Elbette insana en lazım iş, en mühim vazife, o Bâki’ye karşı alaka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur. (3. Lem’a)
Ey nefsim! Senin en elzem işin, baki olan Allah’a karşı alaka peyda etmek ve onun esmasına yapışmaktır. Allah’a karşı alaka peyda etmek; ona ibadet etmek, onu zikir ve tesbih etmek, onunla ünsiyet etmek, onda fâni olmak ve ondan gafil olmamaktır.
Esmasına yapışmak ise evvela o esmanın mazharı ve aynası olmak, esmanın ahlakıyla ahlaklanmak ve daha sonra o esmanın âlemdeki tecellisini seyir ve tefekkür etmektir.
İşte ey nefsim, bütün kemalât ve lezzetlerin bu alakaya ve yapışmaya bağlıdır. Ancak bu şekilde beka bulabilir ve hakiki kemal ve lezzete ulaşabilirsin.
Hem ey nefsim, şunu bil ki: Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur. Sana bunu şu hadis-i şerifin beyanıyla ispat edeyim:
عن عائشة أنهم ذبحوا شاة فجاء سائل فاعطاه فجاء آخر فاعطاه فجاء آخر فأعطاهُ فبقى منها فقال رسول الله ما بقى منها قالوا ما بقى منها الا كتفها قال بقى كلها الا كتفها
Hazreti Aişe Validemiz şöyle diyor: Hazreti Peygamber (a.s.m.) ve sahabeleri bir koyun kestiler. Bir dilenci geldi, ona koyunun bir kısmını verdiler. Başka biri geldi, ona da verdiler. Sonra daha başka biri geldi, ona da verdiler. Koyundan geriye bir parça kaldı. Resulullah (a.s.m.) şöyle sordu: “Ondan geriye ne kaldı?” Sahabeler dediler ki: “Ondan geriye sadece kürek kemiği kaldı.” Bunun üzerine Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu: Kürek kemiği hariç hepsi kaldı. (Tirmizî, 2470)
Yani ey nefsim, Peygamberimiz (a.s.m.) diyor ki: Koyundan geriye sadece Allah yolunda verdiklerimiz kaldı. Çünkü Allah yolunda harcanan şey beka bulur. Biz koyunu Allah yolunda tasadduk ettik; o da bu tasadduk sebebiyle beka buldu, fenadan kurtuldu. Kürek kemiği ise bize kaldı; onu biz yiyeceğiz. Nefsimize sarf olunacağı için o fena bulacak.
Demek ey nefsim, sadece Allah yolunda harcananlar beka buluyor; nefse harcananlar fenada kayboluyor.
Madem hakikat budur, öyleyse ey nefsim, sana en lazım iş, en mühim vazife, o Bâki’ye karşı alaka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
İşte o ikinci يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz manevi yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekayı onunla tatmin ediyor. (3. Lem’a)
Ey nefsim! İşte hakikati öğrendin. Şimdi sana düşen, يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى zikrine devam etmektir. Allahu Teâlâ manevi yaralarını bu zikirle tedavi etsin ve fıtratındaki şiddetli arzu-yu bekayı onunla tatmin etsin. Şifayı ve teselliyi sana bu kelamın sırrında buldursun. Âmin.
Metni bir daha okuyalım:
Hatta denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fıtrî umumi duadır ki Baki-i Zülcelal o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu; o tesirli, kuvvetli, umumi duayı kabul etmiştir ki fâni insanlar için baki bir âlemi halk etmiş.
Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerîm, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz’î arzusunu ve muvakkat bir beka için lisan-ı hâl ile duasını hadsiz enva-ı mat’umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve külli ve daimi ve haklı ve hakikatli, kâlli, hâlli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.
Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemalâtı, lezzetleri, bekaya tabidir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal’e mahsustur ve madem Bâki’nin esması bâkiyedir ve madem Bâki’nin âyineleri Bâki’nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lazım iş, en mühim vazife, o Bâki’ye karşı alaka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur.
İşte o ikinci يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz manevi yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekayı onunla tatmin ediyor. (3. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz