5. İkinci cümle olan “Ya Bâki ente’l-bâki” o hadsiz cerihalara hem merhem hem tiryak oluyor…
Üçüncü Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İkinci cümle olan يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي o hadsiz cerihalara hem merhem hem tiryak oluyor. Yani “Ya Bâki! Madem sen bâkisin, yeter; her şeye bedelsin. Madem sen varsın, her şey var.” (3. Lem’a)
(Ceriha: Yara / Tiryak: Panzehir)
Ey nefsim! İşte sana bir kılıçla bir merhem verildi. Birinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesi kılıç, ikinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesi ise bir merhemdir. Şöyle ki:
Önce يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي kılıcını eline alıp kalbine hayalen gireceksin. Allahu Teâlâ’dan başka o kalpte ne görsen bu kılıç ile başını keseceksin. Ev, iş, araba, makam, elbise, taam… Allah’tan gayrı ne varsa, يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي kılıcıyla vurup başını keseceksin.
Lakin her başını kestiğin fâni mahbup sana bir elem verecek. Çünkü o mahbup bâtın-ı kalbe yapışmış, belki orada yıllarca asılı kalmış. Onu kopardığında kalbinin duvarı kanamaya başlar. Bir yara bandını bile ertesi gün açıyorsun da sana acı veriyor.
— Yıllarca kalbinin duvarına yapışmış fâni mahbubat kalbten koparken sana acı vermez mi?
— Kalbinde yaralar açmaz mı?
İşte bu yaralara karşı ikinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesini bir merhem yapacaksın; kalpte açılan her yaraya bu merhemi süreceksin.
Yani birinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesiyle fâni mahbubatı terke, ikinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesiyle de onun terkiyle açılan yaranın şifasına niyet edeceksin. İkinci defa يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي derken de şu manayı düşüneceksin: Ya Bâki! Madem sen bâkisin, yeter; her şeye bedelsin. Madem sen varsın, her şey var.
Yani “Ey fâni mahbubat ve ey zevale mahkûm mahlukat! Ben sizi terk ediyorum, kalbimden çıkarıp atıyorum. Bu atışımı da يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي cümlesiyle ilan ediyorum. Sizlere bedel bir Mahbub-u Bâki’ye yöneliyorum. Ey Bâki-i Zülcelal! Madem sen varsın ve bâkisin; sen bana yetersin. Sen her şeye bedelsin. Bir tek cilve-i rahmetin, terk ettiğim bütün mahbubatın kalbimde açtığı yarayı tedaviye kâfidir…”
İşte ey nefsim! يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي zikrine devam ederken bu manaları düşünmeli; birinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي ile fâni mahbubatın başını kesmeli, ikinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي ile de yarana merhem sürüp Allah’ın sana yeteceğini düşünmelisin.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakiki’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir. (3. Lem’a)
(Sebeb-i muhabbet: Sevme sebebi / Hüsün: Güzellik / Kemal: Güzel sıfatlarla muttasıf olmak / Cilve-i esmâ-i hüsna: Allah’ın güzel isimlerinin cilvesi)
Ey nefsim! Hiç düşündün mü sen bir şeyi niçin seversin?
Üç şey sebebiyle seversin: Ya hüsnü ve güzelliği sebebiyle seversin, ya ondan sana gelen ihsan ve iyilikler sebebiyle seversin, ya da sahip olduğu kemal sebebiyle seversin.
O hâlde ey nefsim! Şu hakikati iyi anla ki: Eşyayı sevmenin sebebi olan hüsün, ihsan ve kemal onların zatî malı değildir. Onlar birer aynadır. Sen nasıl bir cehalet içindesin ki gökteki güneşe âşık olacağına aynadaki aksine âşık olmuşsun…
Ey nefsim! Madem sen hüsün, ihsan ve kemale âşıksın. O hâlde Allah’a âşık olmalısın. Çünkü şu göz önündeki hüsün, ihsan ve kemal, O’nun cemal ve kemalinin işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir. Belki her bir hüsün, ihsan ve kemal, O’nun esmâ-i hüsnasının bir tecellisi, gölgelerinin gölgeleridir.
Haydi ey nefsim! Şimdi vazifen, bu manaları düşünerek يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي zikrine devam etmek ve kalbini mâsivadan temizlemektir. Kalbinde Allah’tan gayrı ne varsa onu tutup kalpten dışarı atmaktır. Açılan yaralara da merhem sürmeyi unutma. Birinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي zikriyle fâni mahbubatın başını kes, ikinci يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي ile de açılan yaraya merhem sür!
Allah sana inayet etsin ve kalbini temizlesin. Ha şunu da bil ki: Bir ömür boyu doldurduğun ve çöpe çevirdiğin kalbini üç beş zikirle temizleyemezsin. Bu iş sabır ve emek ister! Allah yar ve yardımcın olsun.
Şimdi nazarımı nefsimden çekip aynı cümlenin ilmî mütalaasını yapmak istiyorum. Üstad Hazretleri şöyle demişti: “Mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakiki’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.”
“Çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.” ifadesi üzerine şöyle bir mütalaa yapalım:
Odanızdaki lambayı yaktığınızda ışığını perdesiz olarak görürsünüz. Lambanın ışığı hiçbir perdeden süzülmeden direkt size ulaşır.
Şimdi hayalen lambanın önüne çok ince bir perde koyun… Bu sefer lambaya baktığınızda ışığını bir perdeden süzülmüş hâliyle görürsünüz. Tabii perdesiz ışığıyla perdeden süzülen ışığı arasında bir kuvvet farkı vardır.
Şimdi lambanın önüne ince bir perde daha koyun… Bu sefer lambaya baktığınızda ışığını iki perdeden süzülmüş hâliyle görürsünüz. Bu ışık diğer iki ışığa nazarla daha kısıktır.
Şimdi hayalen lambanın önüne 10 ince perde koyun… Bu sefer lambaya baktığınızda ışığını 10 perdeden süzülmüş hâliyle görür ve dersiniz ki: “Bu ışık, lambanın hakiki ışığının 10 perdeden süzülmüş hâlidir.” Tabii bu ışık, lambanın hakiki ışığına kıyasla çok sönüktür.
Aynen bu misalde olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın da zatî isimleri ve bu isimlerin âlemde tecelli etmesi var. Yani mesela Allah’ın Muhsin, Cemil, Kâmil gibi zatî ve sonsuz isimleri var; bir de bu isimlerin eşya üzerinde tecellisi var.
Şimdi, Muhsin ismi üzerine biraz tefekkür edelim:
Bu ismin tecellisiyle, yeryüzü bir sofra-i nimet ve bahar bu sofranın bir gül destesi olmuş. Toprak kazan olmuş kaynamış, içinde her türlü nebatat pişirilmiş. Ağaçların dalları rahmetin eli olmuş; tatları, şekilleri ve renkleri muhtelif hadsiz meyveler bizlere uzatılmış.
Yine bu ismin tecellisiyle, zehirli bir böcek bizler için balı yapmış, elsiz bir böcek ipeği dokumuş, koyun ve keçi gibi hayvanlar birer süt çeşmesi olmuş.
Bu ismin tecellisini saymakla bitiremeyiz. Gerisini siz tefekkür edin…
Bütün bu saydıklarımız ve sayamadıklarımız Muhsin isminin bir cilvesidir.
— Nasıl bir cilvesi?
Allah’ın zatî bir ismi olan Muhsin isminin çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesi; belki gölgesinin gölgesi…
Hani lamba misalimizde lambanın ışığına 10 perde arkasından bakmıştık ya, aynen bunun gibi, Allah’ın zatî isimlerine de hadsiz perdeler arkasından bakıyoruz. Yeryüzünde tecelli eden esmâ-i hüsnâ, Allah’ın zatî isimlerinin zayıf gölgeleri hatta gölgelerinin gölgeleridir.
Burada da akla şu geliyor:
— Şu göz önündeki acip güzellik Allah’ın Cemil isminin zayıf bir gölgesi hatta gölgesinin gölgesiyse, acaba Allahu Teâlâ’nın zatî cemali nasıl güzeldir?
— Yine şu göz önündeki acip kemal, Allah’ın Kâmil isminin zayıf bir gölgesi hatta gölgesinin gölgesiyse, acaba Allahu Teâlâ’nın zatî kemali nasıldır?
Diğer isim ve sıfatları bunlara kıyas edin…
İşi şuraya bağlayalım: Madem fıtratımıza cemale, ihsana ve kemale karşı bir muhabbet konulmuş. Ve madem şu göz önündeki cemal, ihsan ve kemal, Allahu Teâlâ’nın nihayetsiz cemalinin, hadsiz ihsanının ve sonsuz kemalinin işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir. Belki trilyon çarpı trilyon perdelerden geçmiş gölgeleridir. Hatta bu gölgelerin gölgeleridir. Öyleyse bize düşen, gölgeye âşık olmak değil, gölgenin sahibine âşık olmak ve onu sevmektir.
Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
İkinci cümle olan يَا بَاقِي اَنْتَ الْبَاقِي o hadsiz cerihalara hem merhem hem tiryak oluyor. Yani “Ya Bâki! Madem sen bâkisin, yeter; her şeye bedelsin. Madem sen varsın, her şey var.”
Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakiki’nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir. (3. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz