a
Ana SayfaCehennem Ebedîdir9. Kâfirin ebedî azabı hak etmesinin sebebi

9. Kâfirin ebedî azabı hak etmesinin sebebi

Bu dersimizde şu soruların cevabını vereceğiz:

— Kâfir neden cehennemde ebedî kalacak?

— Allah’ın sonsuz rahmeti kâfirin ebedî cehennemde kalmasına nasıl müsaade ediyor?

— Kâfir kısa bir süre dünyada kalır ve bu süre zarfında günah işler. Kısa bir zamanda işlenen günahlara ebedî ceza vermek adalet ve hikmete uygun mudur?

Bu soruların aklımıza gelme sebebi, kâfirin işlediği cinayetleri bilmememizdir. Evet, kâfir kısa bir süre yaşar ama bu kısa sürede nihayetsiz cinayetler işler. Nihayetsiz cinayetlerin cezası da nihayetsiz azaptır.

Kâfirin birçok cinayeti vardır. Bu cinayetlerden birisi, mahlukatın Allah’ın varlığına dair yaptıkları şehadeti tekzip etmek ve mahlukatı yalancılıkla itham etmektir. Şöyle ki:

Şu âlemde gördüğümüz her bir varlık Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet etmektedir. Allah’ı inkâr eden kâfir ise varlıkların bu şehadetini yalanlamaktadır. İşte bu yalanlama öyle büyük bir cinayettir ki affı mümkün olmadığı gibi, ebedî bir hapse mahkûm edilmesi tam bir adalet ve hikmettir.

Bizler ilk önce, mahlukatın bu şehadetini dinleyelim. Ta ki inkâr ile onları yalanlamanın ne büyük bir cinayet ve onların hukukuna ne büyük bir tecavüz olduğunu daha iyi anlayalım:

Varlıkların lisan-ı hâl ve lisan-ı kâl olmak üzere iki türlü konuşması vardır. Lisan-ı hâl “hâliyle konuşmak”tır. Yani hâliyle muhataba bir şeyler anlatmaktır. Lisan-ı kâl ise “sözle konuşmak”tır. Şu âlemdeki her bir varlık ya lisan-ı hâl ile ya da lisan-ı kâl ile Allah’ın varlığını ve birliğini ilan etmektedir.

Bizler mahlukatın lisan-ı hâl ile konuşmalarını kendi fehmimizle tam keşfedemesek de Kur’an bu lisanları bizlere tercüme etmiştir. Bizler Kur’an’ın haber vermesiyle biliyoruz ki her bir mahluk Allah’ı tesbih eden bir müsebbih, zikreden bir zâkir ve varlığına şahitlik eden bir şahittir.

Bu mana Sâd suresinde şöyle beyan buyrulur:

إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ 

“Şüphesiz biz dağları (Davud’a) boyun eğdirdik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine verdik. Hepsi onunla zikir ve tesbih ederdi.” (Sâd 18-19)

Yine İsra suresinde şöyle buyrulur:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.” (İsra 44)

Kur’an’da bu manada birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin beyanından anlıyoruz ki her bir mahluk kendine mahsus bir lisanla konuşur, Allah’ı tesbih eder ve O’nun varlığına şehadet eder.

Şimdi dilerseniz, bir çiçeğin lisan-ı hâl ile yaptığı şehadete kulak verelim. Çiçek lisan-ı hâliyle şöyle der:

— Ey insan bana bak! Bir kâğıda çizilen bir çiçek bile onu çizen ressamın varlığını ispat eder. Hâl böyle iken, hiç mümkün müdür ki benim gibi hakiki, hayattar ve sanatlı çiçekler sahipsiz olsun? Benim de bir sahibim var.

— Benim varlığıma sebep olan tohuma, toprağa, havaya, suya, güneşe bak, bir de bana bak… Onların hiçbirinin hayatı yok. O hayatsız sebepler nasıl bana usta olabilir? Nasıl beni icad edebilir?

— Hem benim var olmam için, beni yaratanın hayat sahibi olması da yeterli değildir. İlmi de olmalıdır. Benim ve diğer çiçeklerin programını bildiği gibi, şu âlemi de bilmelidir. Çünkü ben şu âlem sayfasında yazılmışım. Böyle bir ilmi hangi sebebe vererek benim varlığımı izah edebilirsin?

— Ey insan! Bilirsin ki kudreti olmayan iş göremez. Peki, benim varlığım için güneşi çevirecek, yağmuru yağdıracak, topraktaki elementlere hükmedecek ve hava sayfasını benim var olacağım tarzda icad edecek kudretin sahibi kimdir?

— Hem bana dikkatle bak! Benim varlığım, şeklim, kokum, kısacası her şeyim, bir iradenin ve tercihin neticesi değil mi? Var olmamı olmamaya, şeklimi başka bir şekle, kokumu başka bir kokuya tercih eden iradeyi gör! Bana sahiplik iddia eden hangi sebep bu iradeye maliktir?

— Hem şu süslenmiş şeklime ve suretime bak… Üzerindeki elbiseyi dahi sanatkâr bir terzinin maharetine veren sen, nasıl olur da bir kalıptan çıkmış gibi intizamlı suretimin ve mükemmel elbisemin sahibini görmezsin? Hayatı olmayan sebepleri bir kenara koy, acaba tüm terziler bir araya gelse bana şu sureti verip bu elbiseyi dikebilir mi?

— Hem dalıma, yaprağıma, tohumuma, şeklime bak… Ben yeryüzü sayfasında icad edilen diğer çiçeklere benziyorum ve sistemimiz aynı. Demek beni yaratan kimse onları yaratan da odur.

— Hem aynı cinsteki çiçeklere rengim ve şeklim benzese de bizler birbirimizin aynı değiliz. Tohum, dal, yaprak gibi esas azalarımızda birbirimize benzesek de şekillerimiz farklıdır. Beni milyonlarca çiçek kardeşime benzetmemek için tüm çiçekleri bilmek lazımdır. Demek beni yaratan, yeryüzündeki tüm çiçekleri yaratandır.

— Hem sen de bilirsin ki tarla kiminse mahsul onundur. Zerreler âlemini geniş bir tarla hükmüne getiren kim ise benim gibi milyarlarca mahluku burada ekip biçen de odur. Ben şu yeryüzü tarlasının bir mahsulüyüm. Demek sahibim, bu yeryüzünün sahibidir.

— Sadece yeryüzüyle alakam da yok! Gökyüzünde gördüğün güneş benim varlığım için en büyük sebeptir. Demek beni kim yarattıysa güneşi dahi o yaratmıştır. Güneşi kim yarattıysa elbette güneş sistemindeki gezegenleri ve galaksileri de o yaratmıştır. Kısacası benim sahibim kâinatın sahibidir.

Bu çiçek gibi tüm mahlukat, zerrelerden tutun güneşlere kadar her biri Allah’ı birçok dille tespih edip, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm âleme haykırmaktadır.

Kâfir ise Allah’ı inkâr etmekle kâinattaki tüm bu şahitlerin şehadetini yalanlamış ve kâinat kadar büyük ve içindeki mahlukat kadar çok cinayetler işlemiştir.

Şimdi, kâfirin küfür ile geçirdiği ömrü değil, bir dakikayı nazara alalım. Kâfirin bir dakikada işlemiş olduğu cinayetler ve yalanladığı şahitler o kadar çoktur ki bunları hesaplamak mümkün değildir. Zerrelerden güneşlere, hayvanlardan nebatata, insanlardan meleklere, geçmişten bu ana kadar, varlık âlemine çıkmış tüm mahlukatı yalanlamak aklın ihata edemeyeceği bir zulümdür.

Kâfirin bu konuda hiçbir itirazı da geçerli değildir. Zira kendisine akıl, şuur ve irade verilmiş; varlıklar da bir kitap gibi tevhid mühürleriyle donatılmış ve onun görüp okuyacağı tarzda nazarına arz edilmiştir.

Eğer kâfir, “Benim yalanlamam onlara ne zarar verir?” derse, biz de ona deriz ki:

Sen doğru bildiğin ve doğru olduğun bir meselede yalanlansan kalben istersin ki doğrular ortaya çıksın ve sana yalancı diyenlerden hesap sorulsun. İşte seni yalanlayana karşı hissettiğin bu öfkeyi tüm mahlukat sana karşı hissediyor. Çünkü sen onların tamamına yalancı diyor ve şehadetlerini tekzip ediyorsun!

Hem şunu bil ki: Cezanın büyüklüğü suçun büyüklüğü nispetinde olduğu gibi, cezanın sonsuzluğu da suçun sonsuzluğu nispetindedir. Hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran, bildiren ve sevdiren bir Zatı inkâr etmek ve O’nun varlığını âleme ilan eden sonsuz şahitleri tekzip etmek öyle bir cinayettir ki elbette seni sonsuz bir cezaya mahkûm eder.

Eğer sen cehennemde ebedî kalmazsan:

— Hukukuna tecavüz edilen ve yalanlanan bu varlıkların hakları ne olacak?

— Allah’ın varlığına şahit olan mahlukat senden haklarını istemeyecekler mi?

— Allah’ın hikmet, rahmet ve adaleti bu zulme nasıl müsaade edecek?

Etmez ve etmeyecektir!

Kâfiri ebedî kalmak üzere cehennemde hapsetmek hikmetin ve adaletin ta kendisi olduğu gibi, yalanlanan mahlukatın hukukunu muhafaza cihetinde rahmetinin de gereğidir.

Bu anlattığımız meseleyi Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur külliyatından iktibasla anlattık. Bu meselenin daha çok cihetleri var. Bu cihetleri merak edenleri Risale-i Nurlara havale ediyoruz.

Ayrıca bu konuda hususi bir video çalışması da yaptık. Dileyenler bu videoları feyyaz.tv  sitemizden seyredebilirler. Videolar “Cehennem neden ebedî?” başlığı altındadır.

Bu ders “Cehennem Ebedîdir” konusunun son dersiydi. Rabbimize hamdüsena olsun, bizi böyle kıymetli bir işte istihdam etti; bizlere bu eseri hazırlattı. Cenab-ı Mevla bu eseri günahlarımıza kefaret yapsın. Bizleri iman ve Kur’an hizmetinde daim kılsın. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin