a
Ana SayfaArabî Habbe8. Âlemi müzeyyen, âli ve perdeleri olan bir saray suretinde gördüğünde, onun nurunu…

8. Âlemi müzeyyen, âli ve perdeleri olan bir saray suretinde gördüğünde, onun nurunu…

Arabî Hubab mütalaasına devam ediyoruz:

وبينما ترى  ve gördüğün esnada  العالم  âlemi  قصرا مزيّنا  müzeyyen bir saray olarak  عاليا  âli  ذا سُرادقات  perdeler sahibi…

Ve âlemi müzeyyen, âli ve perdeleri olan bir saray suretinde gördüğünde…

تتظاهر فيها  o perdelerde görünüyor  شعشعةُ سلطنة سلطان الأزل  Sultan-ı Ezel’in saltanatının şaşaası  وخوارقُ حشمته  ve haşmetinin harikaları  ومحاسنُ تجليات جماله  ve cemalinin tecelliyatının güzellikleri  ونقوشُ خوارق صنعته  ve sanatının harikalarının nakışları…

O perdelerde Sultan-ı Ezel’in saltanatının şaşaası, haşmetinin harikaları, cemalinin tecelliyatının güzellikleri ve sanatının harikalarının nakışları görünüyor… 

İzah: Gökyüzü bir perdedir, yeryüzü başka bir perdedir. Deniz bir perdedir, dağ bir perdedir, ağaç bir perdedir ve her bir mahluk bir perdedir. Sinema perdelerine benzeyen bu perdelerde Sultan-ı Ezel’in saltanatının şaşaası, haşmetinin harikaları, cemalinin güzellikleri ve sanatının harika nakışları gözükür.

إذًا ترى نورَه عليه الصلاة والسلام  o takdirde onun nurunu (a.s.m.) görürsün  نظّارا  bir seyirci olarak  يرى لنفسه أولا  evvela kendi nefsi için bakıyor  ثم ينادي  sonra nida ediyor  بيا أيها الناس  ey insanlar diye  تعالَوا إلى هذه المناظر النـزيهة  bu nezih manzaralara gelin  وحَيَّهلوا على ما  haydi o şeye gelin  لَكُم فيه كل شيء  sizin için onda her şey vardır  من المحبة والحيرة والتنـزّه والتقدير والتنوّر والتفكر  muhabbetten, hayretten, tenezzühten, takdirden, tenevvürden ve tefekkürden  وما لا يحد من المطالب العالية  ve hadsiz yüksek arzulardan…

O takdirde onun nurunu (a.s.m.) bir seyirci olarak görürsün ki evvela kendi nefsi için bakıyor; sonra da “Ey insanlar! Bu nezih manzaralara gelin. Haydi, sizin için kendisinde muhabbetten, hayretten, tenezzühten, takdirden, tenevvürden, tefekkürden ve hadsiz yüksek arzulardan her şeyin olduğu şeye gelin.” diye nida ediyor.

ويريها الناسَ  ve onları insanlara gösteriyor  ويشاهِد  ve bizzat görüyor  ويشهَد لهم  ve onlar için şahitlik ediyor  يتحير  hayrete düşüyor  ويُحيِّرهم  ve onları hayrete düşürüyor  يُحب  seviyor  ويُحبِّبُ مالِكَهُ إليهم  ve malikini onlara sevdiriyor  يستضيء  aydınlanıyor  ويُضيء لهم  ve onları aydınlatıyor  يستفيض  feyizleniyor  ويُفيض عليهم  ve onlara feyiz veriyor.

Onları insanlara gösteriyor. Bizzat görüyor ve onlar için şahitlik ediyor. Hayrete düşüyor ve onları hayrete düşürüyor. Seviyor ve malikini onlara sevdiriyor. Aydınlanıyor ve onları aydınlatıyor. Feyizleniyor ve onlara feyiz veriyor.      

İzah: Bu metni cümle cümle izaha kalkışsak 100 sayfada bitiremeyiz. Ben detaylarını sizlere havale edip şu nokta üzerinde durmak istiyorum:

Cenab-ı Hak şu kâinatı gayet süslü ve âli bir saray suretinde yaratıp, her varlığı bir mektûb-u Rabbânî, bir ayine-i esmâ-i İlahî ve âyât-ı tekviniyenin bir sahifesi yaptı. Birçok kudsi hakikat şu âlemde tecelli etti ve bu âlemi güzelleştirdi.

Ancak bu manalar küfür gözüyle bakıldığında gizlendi ve saklandı. Hatta zaman-ı fetrette yaşayıp Allah’a iman etmiş olanlar bile bu manaları göremedi, okuyamadı. Çünkü bu hakikatler ancak bir peygamberin irşadıyla ve talimiyle öğrenilir. Bir peygamber bu dersi yapmazsa:

– Kâinat umumi bir mâtemhâne şeklinde görünür.

– Bütün mevcudat birbirine karşı yabancı ve düşman vaziyeti alır.

– Dağlar ve yıldızlar gibi cansız varlıklar birer cenaze hükmünde görünür.

– Hayvan ve insanlar yetimler gibi olup, ölümün ve firakın korkusundan feryat ediyorlar şeklinde gözükür.

– Kâinat bir oyuncak hükmünü alır. Hikmet gizlenir, her şey abesiyete inkılap eder.

– İnsanlar hayvanlardan daha aşağı, daha zelil ve hakir olur.

Şimdi sorumuz şu:

— Kâinatı müzeyyen ve âli bir saray suretinde yaratan Allahu Teâlâ, bu sarayın böyle çirkin bir suret almasına müsaade eder mi?

Elbette etmez.

Madem etmez, o hâlde peygamberler göndermeli ve peygamberlerin lisanıyla kâinat sarayının bu güzel şeklini insanlara bildirmelidir. Bu olmazsa şu müzeyyen ve âli saray dehşetengiz bir şekil alır ve bir vahşetgâha döner.

O hâlde diyebiliriz ki:

— Eğer peygamberler gönderilmeyecek olsaydı kâinat yaratılmazdı. Çünkü kâinatın güzelliği ancak peygamberlerin irşadıyla ortaya çıkar. Bu irşad olmazsa kâinat çirkinleşir; Allahu Teâlâ da çirkin gözüken bir kâinatı yaratmaz.

O hâlde şöyle dense:

— Allah peygamber göndermeyecek olsaydı kâinatı yaratmazdı.

Bu söz doğrudur.

— Peki, peygamberler içinde bu vazifeyi en ekmel şekilde yapan kimdir?

Elcevab: Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır.

O hâlde şöyle dense:

— Eğer Hz. Muhammed (a.s.m.) olmasaydı âlem de olmazdı.

Bu söz haktır ve hakikattir. Bu sözde Peygamberimizin yaptığı vazifeye atıf vardır. Yani eğer bu vazife yapılmayacak olsaydı, kâinatın bir manası olmayacağından dolayı kâinat da yaratılmazdı. Ve yine bu vazifeyi en layık şekilde yapan Hz. Muhammed (a.s.m.) olmasaydı kâinat da olmazdı.

İşte  لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ  “Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” manasındaki hadis-i kudsi bu hakikate işaret ediyor. Hadisin manasını biraz daha açsak şöyle ifade edebiliriz:

— Ey Habibim! Eğer sen âlemin manasını insanlara ders vermeyip kâinat sarayının güzelliğini göstermeyecek olsaydın ben bu âlemi yaratmazdım. Çünkü âlem o zaman karanlığa düşerdi ve bir vahşetgâh olurdu. Âlemin güzelliği ancak senin irşad ve taliminle vücud buldu. Seni yaratıp bu vazifeyi sana yaptıracağım için âlemi yarattım. Seni yaratmayacak olsaydım âlemi de yaratmazdım…

Bu mana da ispat eder ki: Peygamberimizin risaletinin bir delili de kâinatın varlığıdır. Çünkü şu kâinat, Peygamberimiz (a.s.m.) gibi bir tarifatçı ve teşrifatçıyı iktiza eder.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin