a
Ana SayfaArabî Habbe10. Meyve cüzlerin en mükemmeli, kökten en uzağı ve bütünün özelliklerinin en camiidir…

10. Meyve cüzlerin en mükemmeli, kökten en uzağı ve bütünün özelliklerinin en camiidir…

Arabî Hubab mütalaasına devam ediyoruz:

والثمرةُ تكون  meyve olur  أكملَ الأجزاء  cüzlerin en mükemmeli  وأبعدَها من الجرثوم  ve kökten en uzağı  وأجمعَها لخصائص الكل  bütünün özelliklerinin en camii. 

Meyve cüzlerin en mükemmeli, kökten en uzağı ve bütünün özelliklerinin en camiidir. 

İzah: Metinde geçen cümleler üzerine biraz tefekkür edelim:

Meyve cüzlerin en mükemmelidir: Ağacın kökü, dalları, yaprakları, çiçek ve meyveleri nazara alındığında en mükemmel cüzü meyvesidir. Hatta ağaç meyve için dikilir.

Kâinat ağacının da en mükemmel meyvesi insandır ve bu kâinat ağacı insan meyvesi için halk edilmiştir.

Kökten en uzağı: Kök ağacın altında, meyve ise dalının ucundadır. Bu cihetle meyve, kökten en uzak cüzdür.

İnsan da kâinat ağacının meyvesi olduğuna göre, bu uzaklık onun için de caridir. Üstadımız bu manayı Reşhalar’da şöyle beyan etmiş:

“İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası arasında en cami ve baid bir cüzdür.” (Reşhalar)

Burada şu mütalaayı yapalım:

— İnsanın kâinatın eczası arasında en baid (uzak) cüz olması ne demektir?

— İnsan neye uzaktır ve bu uzaklık ona nasıl bir şeref kazandırmıştır?

Buradaki uzaklığı Allah ile kul arasında düşünmek mümkün değildir. Çünkü Allah her şeye yakındır. Bu uzaklığı insan ile diğer varlıklar arasında düşünmek de mümkün değildir. Çünkü insan onlarla iç içe yaşar, aralarında hiçbir uzaklık yoktur.

— Öyleyse bu uzaklık nedir?

Gönlüme gelen mana şu: Bu uzaklık mekân uzaklığı olmayıp fıtrat ve kemal uzaklığıdır.

Biz bu ifadeyi günlük hayatımızda da kullanıyoruz. Mesela anlaşamayan bir çift hakkında, “Birbirlerinden çok uzaklar.” diyoruz. Buradaki “uzaklar” ifadesiyle “fıtratlarının farklı olmasını” kastediyoruz.

Yine mesela bir evliyanın hayatını okuduğumuzda, “Bizden ne kadar uzakta.” diyoruz. Buradaki “uzakta” ifadesiyle, “kemal ve maneviyat cihetinden uzaklığı” kastediyoruz. Yani kemal cihetiyle o zirvede, biz ise çukurdayız.

Yine mesela ben Risale-i Nurları okurken bazen şöyle diyorum: “Üstad Hazretleri minarenin başında, ben kuyunun dibindeyim. O bir vadide, ben ise başka bir vadideyim. Aramızda ne kadar uzak bir mesafe var.”

Bu sözlerle maddi uzaklığı değil, manevi uzaklığı kastediyorum. Yani Üstadımızın öyle bir gönül dünyası, tefekkür âlemi, takvası, zühdü vs. var ki bu sıfatlar onda deniz gibi iken bende ancak bir damla hükmünde…

Bu misallerde olduğu gibi, “İnsanın kâinatın eczası arasında en baid bir cüz olması” fıtratı ve mahiyeti cihetiyledir. Hatta bu öyle bir uzaklıktır ki insanın bir ferdi hayvanatın bir nevine bedeldir.

Bu izahla birlikte, belki “en uzak” ifadesinin altında -şu an bana açılmayan- başka bir mana da yatıyor olabilir. En doğrusunu Allah bilir.

Bütünün özelliklerinin en camiidir: Meyve ağacın misal-i musaggarıdır. Ağaçta ne varsa meyvede aynısı vardır. İnsan da şu kâinatın küçültülmüş bir misalidir. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır. Mesela:

– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.

– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.

– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.

– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.

– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.

– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.

– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.

– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.

– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.

– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.

– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.

– Âlemde Arş var, bizde kalp.

– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.

– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…

Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur. İnsan kâinata küçük bir misal olduğu gibi, her bir canlı varlık da böyle küçük bir misaldir.

Meseleye şöyle de bakabiliriz:

İnsan; hikmetli bir şekilde, belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya noktadır. Yani mesela:

– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağdı, bir damlasını alıp insana koydu, o damla insanda hafıza oldu.

– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kalp oldu.

– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda akıl oldu.

– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda hayal kuvveti oldu.

– Ormanları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda saç, sakal ve kıllar oldu.

– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kemik şeklini aldı. Ve hakeza…

وهي  ve o (meyve)  التي  o ki  من شأنها  şanındandır  أن تَبقى  kalması  وتُسْتَبقى  ve muhafaza edilmesi. 

Ve kalması ve muhafaza edilmesi o meyvenin şanındandır.

İzah: Bir ağaç kesilecek olsa önce meyveleri toplanır ve bir yerde saklanır. Ağaç kesilse de meyvesi baki kalır ve muhafaza edilir.

Yine mevsimi geçince ağaç ölür ve iskelet şeklini alır; ancak toplanan meyveleri baki kalır. Bizim yediğimiz meyvelerin çoğunun ağacı aylar önce ölmüştür. Toplanan meyveleri depolarda saklanmış ve aylar sonra tezgâha konulmuştur.

Kâinat ağacı da bir gün kıyamet ile ölecek, ancak meyvesi olan insan baki kalacak ve baki bir hayata mazhar olacak.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin