11. İnsandan öyle bir zat var ki o bir çekirdektir; şanı yüce olan Kadîr ondan bu ağacı bitirmiştir…
Arabî Hubab mütalaasına devam ediyoruz:
ومن الإنسان insandan vardır مَن o kimse ki هو o نواةٌ bir çekirdektir أنبتَ القديرُ جل شأنه şanı yüce olan Kadîr bitirdi منها ondan تلك الشجرةَ bu ağacı.
İnsandan öyle bir zat var ki o bir çekirdektir; şanı yüce olan Kadîr ondan bu ağacı (şecere-i kâinatı) bitirmiştir.
İzah: Çekirdek hükmündeki o zat Peygamberimiz (a.s.m.)’dır. Bu kâinat Peygamberimiz (a.s.m.)’ın nurundan yaratılmış; nur-u Muhammedî (a.s.m.) şecere-i kâinatın çekirdeği olmuştur.
Bu mesele Otuz Birinci Söz’de şöyle geçiyor:
“O zat nasıl şu kâinatın çekirdeğidir? Dersiniz: Kâinat onun nurundan halkolunmuş…
İşte şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azim bir şecere manasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin; anasır dalları, nebatat ve eşcar yaprakları, hayvanat çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.
Sâni-i Zülcelal’in ağaçlar hakkında cari olan bir kanunu, elbette şu şecere-i a’zamda da cari olmak, mukteza-yı ism-i Hakîm’dir. Öyle ise mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin numunesini ve esasatını câmi olsun. Çünkü binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz…
Ey müstemi! Şu acib kâinat-ı azîme, bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’ad etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelal, şu kâinatı nur-u Muhammedîden aleyhissalâtü vesselâm nasıl halk etmesin veya edemesin?” (Otuz Birinci Söz)
(Azim: Büyük / Şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı / Âlem-i süflî: Yeryüzü için “süflî âlem”, semavat için “ulvi âlem” tabiri kullanılır / Anasır: Unsurlar / Eşcar: Ağaçlar / Şecere-i a’zam: En büyük ağaç / Mukteza-yı ism-i Hakîm: Hakîm isminin gereği / Müstemi: Dinleyici / İstib’ad: Akıldan uzak görme)
Ana metinden uzaklaşmamak için mezkûr metnin mütalaasına girişmiyor; tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Üstad Hazretleri şöyle devam ediyor:
ثم sonra صيّر yaptı الفاطرُ جل جلالُه Fâtır celle celâlühü ذلك الإنسان şu insanı ثمرةَ تلك الشجرة şu ağacın meyvesi.
Sonra Fâtır celle celâlühü, şu insanı şu ağacın meyvesi yapmış.
İzah: Her bir mahluk haddizatında bu ağacın bir meyvesidir.
– Nebatat meyveleri cemadat meyvelerinden daha kıymetlidir.
– Hayvanat meyveleri de nebatat meyvelerinden kıymetlidir.
– En kıymetli meyveler ise nev-i beşerdir.
– Nev-i beşer içinde en kıymetlisi ehl-i imandır.
– Ehl-i iman içinde en kıymetlisi ehlullahtır.
– Ehlullah içinde en kıymetlisi enbiyadır.
– Enbiya içinde ise en kıymetli meyve Hazreti Muhammed (a.s.m.)’dır.
Bu mesele Otuz Birinci Söz’de şöyle geçiyor:
“Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise ona menşe ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası giyecektir.
Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde sâbıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celbeden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehasin-i maneviyesi ile âlemi, ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise Zat-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmdır. Elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zatında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.” (Otuz Birinci Söz)
Yine metnin mütalaasına girişmiyor; mütalaasını ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz