a
Ana SayfaYedinci Söz4. Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman…

4. Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman…

Yedinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile Sâni-i Zülcelal’in taze taze, renk renk, çeşit çeşit mucizat-ı nakşını, havârık-ı kudretini, tecelliyat-ı rahmetini, kemal-i lezzetle seyir ve temaşaya vasıta suretini alır. Evet, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş daha güzel manzaralar teşkil eder. (7. Söz)

(Zeval: Yok olma / Firak: Ayrılık / Memat: Ölüm / Mürur-u zaman: Zamanın geçmesi / Sâni-i Zülcelal: Celal sahibi sanatkâr (Allah) / Mucizat-ı nakş: Nakşın mucizeleri / Havârık-ı kudret: Kudretin harikaları / Tecelliyat-ı rahmet: Rahmetin tecellileri)

İlk önce, mucizat-ı nakş”, “havârık-ı kudret” ve “tecelliyat-ı rahmet” ifadeleri üzerinde duralım:

Her bir varlık; Allah’ın nakşının bir mucizesi, kudretinin bir harikası ve rahmetinin bir tecellisidir. Mesela bir kuşu ele alalım:

Bu kuş bir mucizedir. Zira mucize, takat-ı fevki beşer olan şeydir. Yani insanın gücünün yetmediği şeye mucize denir. Bütün insanlar toplansa bir kuşu yapamazlar. Değil kuşu, bir zerresini bile halk edemezler. O hâlde kuş mucizedir.

Yeryüzüne bir halı gözüyle baksak, her bir varlık bu halının bir nakşı olur. Her bir nakış da Nakkaş-ı Ezelî’nin bir mucizesi olur.

Kuşu yaratmak için sonsuz bir kudrete ihtiyaç vardır. Kudreti sonsuz olmayan, kuşu icat edemez. Kuş bu cihetle kudretin bir harikasıdır.

Yine kuşta hadsiz bir rahmet tecellisi vardır. Kanadından gözüne, azalarından hasselerine, terbiyesinden rızkına kadar her şey Allah’ın rahmetinin bir cilvesidir. Kuş bu cihetle bir tecelli-i rahmettir; rahmetin tecessüm etmiş hâlidir.

İşte bu kuş gibi, yeryüzünde her bir varlık, Sâni-i Zülcelal olan Allahu Teâlâ’nın bir mucize-i nakşı (nakşının mucizesi), harika-i kudreti (kudretinin harikası) ve tecelli-i rahmetidir (rahmetinin tecellisidir).

Allahu Teâlâ taze taze, renk renk, çeşit çeşit mucizat-ı nakşını (nakşının mucizelerini), havârık-ı kudretini (kudretinin harikalarını) ve tecelliyat-ı rahmetini (rahmetinin tecellilerini) göstermek için bu âlemi bir sergi suretinde yaratmış ve misafirlerin enzarına arz etmiş.

Üstad Hazretleri mezkûr beyanında, zeval ile firakın ve ölüm ile vefatın üç hikmetini beyan etti:

1. Sâni-i Zülcelal olan Allahu Teâlâ, çeşit çeşit ve renk renk olan mucizat-ı nakşını kemal-i lezzet ile seyir ve temaşa ettirmek istiyor.

2. Havârık-ı kudretini (kudretinin harikalarını) kemal-i lezzet ile seyir ve temaşa ettirmek istiyor.

3. Yine tecelliyat-ı rahmetini (rahmetinin tecellilerini) kemal-i lezzet ile seyir ve temaşa ettirmek istiyor.

İşte bu üç sebepten dolayı, bir varlık yaratılır ve bazen üç beş ay, bazen üç beş hafta, bazen üç beş gün ve bazen de üç beş saat yaşar ve sonra yok edilerek yerine yenisi yaratılır. Mesela bir bahçede açan güller bir iki haftada solar ve yerine yenileri açar. Bu sayede seyir ve temaşanın lezzeti artar. Zira sahnelerin değişmesi lezzetin artmasına bir sebeptir. İnsan bir tabloyu ancak birkaç dakika seyredebilirken, bir filmi birkaç saat seyredebilir. Bunun sebebi, filmde sahnelerin devamlı değişmesi ve kişinin bir sahne ile ünsiyet etmemesidir.

İşte bu sırdan dolayı, Cenab-ı Hak her gün bir âlemi öldürür ve yeni bir âlemi yaratır. Yeryüzünü devamlı doldurur ve boşaltır. Bu sayede nakşının mucizelerini, kudretinin harikalarını ve rahmetinin tecelliyatını farklı tarzlarda, taze taze, renk renk ve çeşit çeşit gösterir. Ehl-i nazarı seyre ve ibrete davet eder.

Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimattır. (7. Söz)

Üstad Hazretleri tevekkülün manasını Yirmi Üçüncü Söz’de şöyle beyan ediyor: (Kelimelerin manasını bilmeyenler olabilir düşüncesiyle metni bölerek ve kelimeleri altına yazarak ilerledik. Kelimelerin manasını sayfanın altına yazsaydık, manaya alttan bakmak ve sonra başı tekrar kaldırıp metinde odaklanmak zor olurdu. Bu sebeple alttaki usulü takip ettik.)

“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telakki ederek, müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri O’ndan bilmek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir. Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri şu hikâyeye benzer:

(Esbab: Sebepler / Dest-i kudret: Allah’ın kudret eli / Dua-yı fiilî: Fiil ile yapılan dua, hâlî dua / Müsebbebat: Neticeler)

Vaktiyle iki adam, hem bellerine hem başlarına ağır yükler yüklenip büyük bir sefineye birer bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor.

(Sefine: Gemi / Mağrur: Gururlu)

Ona denildi: Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et!

O dedi: Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.

Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu hâlde görse ya divanedir diye seni tard edecek ya “Haindir, gemimizi itham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapsedilsin!” diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle, aczi gösteren gururunla, riyayı ve zilleti gösteren tasannuunla kendini halka müdhike yaptın. Herkes sana gülüyor.” denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh, Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” dedi.

(Sefine-i sultaniye: Sultana ait gemi / Tard: Kovma / İstihza: Alay / Tekebbür: Kibirlenme / Tasannu: Yapmacık / Müdhike: Gülünç şey)

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et! Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten ve hodfuruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.” (23. Söz)

(Hodfuruşluk: Kendini beğenme / Şekavet-i uhreviye: Ahiretteki sıkıntılar / Tazyikat-ı dünyeviye: Dünyevi baskılar)

Bu makamda, sabır ve tevekkülle ilgili birkaç hadis-i şerif nakletmek istiyorum. Bu sayede İslam’ın sabra ve tevekküle verdiği önem daha iyi anlaşılacaktır.

Hazreti Hasan (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Şüphesiz cennette bir ağaç vardır. Ona Belva ağacı (çile ve zahmet ağacı) denir. Kıyamet gününde ehl-i bela getirilecek, onlara divan kurulmayacak (hesap defteri açılmayacak), mizan da dikilmeyecek. Mükâfatları onların üzerine tam manasıyla dökülecek. (Kenzü’l-Ummal)

İbni Mesud (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Şüphesiz bir adamın Allah indinde bir derecesi olur. Fakat vücudundaki bir rahatsızlıkla imtihan edilinceye kadar ameliyle o dereceye ulaşamaz. O makama o rahatsızlığına sabretmesi sebebiyle ulaşır. (Kenzü’l-Ummal)

Hazreti Ali (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— İmana göre sabır, cesedin başı mesabesindedir. (Kenzü’l-Ummal)

Kadı Şüreyh buyurdu ki: Benim başıma bir musibet geldiğinde ona karşı Allah’a dört defa hamdederim.

1. O beladan daha büyüğünü bana vermediği için.

2. Ona karşı sabretmeyi bana nasip ettiği için.

3. O beladan sevap umarak  اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ  demeye beni muvaffak ettiği için.

4. O belayı benim dinimde yapmadığı için. (Ruhu’l-Furkan)

İbni Mesud Hazretleri der ki:

— Gökten düşmem, Mevla Teâlâ Hazretlerinin takdir ettiği bir şey hususunda “Keşke bu olmasaydı.” dememden bana daha sevgilidir. (Ruhu’l-Furkan)

Hazreti Ali der ki:

— Bir musibet anında elini dizine vuranın muhakkak ecri boşa gitmiştir. (Ruhu’l-Beyan)

Tevekkül hakkında bazı ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler:

“De ki: Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası asla bize dokunmaz. O bizim Mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe 50)

“Şüphesiz ki iman edip Rablerine tevekkül edenler üzerinde, o şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur.” (Nahl 99)

“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların ezalarına aldırma ve Allah’a tevekkül et! Allah vekil olarak yeter.” (Ahzab 48)

“Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.” (Talak 4)

Hazreti Enes (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Kim evinden çıkınca,  بِسْمِ اللهِ تَوَكَّلْتُ عَلىَ اللّهِ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلَّا بِاللّهِ  (Allah’ın adıyla, Allah’a tevekkül ettim, güç ve kuvvet ancak Allah’tandır.) derse; kendisine, “İşine bak, sana hidayet verildi, kifayet edildi ve korundun!” denilir ve şeytan ondan yüz çevirir. (Tirmizî)

Hazreti Ömer (r.a.) demiştir ki: Resulullah (a.s.m.)’ın şöyle dediğini işittim:

— Eğer siz Allah’a karşı hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah yuvalarından aç çıkan ve akşam karınları doymuş olarak yuvalarına dönen kuşlar gibi rızıklanırdınız. (Tirmizî)

Hazreti Ebû Bekir (r.a.) şöyle demiştir:

— Biz hicret esnasında mağarada iken, başımız ucunda bizi arayan müşriklerin ayaklarına baktım ve Resulullah’a: “Ey Allah’ın Resulü! Birisi ayaklarına bakacak olsa muhakkak bizi görür.” dedim. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.): “Ey Ebû Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında zannın (endişen) ne?” buyurdu. (Buhârî, Müslim)

Mezkûr ayet-i kerime ve hadis-i şerifler üzerinde iyice tefekkür edilmeli, nefis hesaba çekilerek sabır ve tevekkülden hissesinin ne olduğu ortaya konmalıdır. Bu vazifeyi sizlere havale ediyor ve metne devam ediyorum:

Öyle mi? Evet, “emr-i kün feyekûn”e malik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında  اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ  deyip itminan-ı kalp ile Rabb-i Rahîm’ine itimat eder. (7. Söz)

Ayet mana: “Şüphesiz biz Allah’ın mülküyüz ve ancak O’na döneceğiz.” (Bakara 156)

“Emr-i kün feyekûn”e malik olmak, olmasını murad ettiği şeyi sadece bir “kün” (ol) emriyle yaratabilmektir. Allahu Teâlâ “emr-i kün feyekûn”e maliktir. Bir şeyin olmasını murad ettiğinde sadece  “Ol.” der ve “Ol.” dediğinde her şey olur.

Şunu da hatırlatalım: Her şeyin vücudunun “kün” (ol) emriyle bağlı olması bir temsil ve teşbihtir. Bu temsil, halk ve icattaki kolaylığı anlatmak içindir. Yani her şey sanki bir “kün” (ol) emriyle olur, bu kadar kolay yaratılır; halk ve icatta hiçbir zahmet ve meşakkat yoktur.

Her şeyin “kün” emriyle yaratılması bu manadadır. Yoksa Allahu Teâlâ bir şeyi yaratmak istediğinde ona “kün” demez. Allah yaratmak isteyince irade-i İlahiye o şeye taalluk eder; kudret-i İlahiye onu kaza eder.

İşte mümin böyle bir Zata tevekkül eder; her musibete karşı  اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ  (Şüphesiz biz Allah’ın mülküyüz ve ancak O’na döneceğiz.) deyip itminan-ı kalp ile Ona itimat eder.

Tabii bu meseleleri okumak ve izah etmek kolay… Asıl zor olan, hakikati ruha ve kalbe işletip meleke hâline getirmek. Cenab- Hak bizlere, bu hakikatleri okuma hususunda inayet ettiği gibi, yaşama hususunda da inayet etsin. Bizleri tevekkül eden ve sabreden kullar zümresine dâhil eylesin. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin