a
Ana SayfaYedinci Söz2. Yedinci Söz’ün temsilî hikâyeciği

2. Yedinci Söz’ün temsilî hikâyeciği

Yedinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Bir zaman bir asker, meydan-ı harp ve imtihanda, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir vaziyete düşer. Şöyle ki:

Sağ ve sol iki tarafından dehşetli derin iki yara ile yaralı ve arkasında cesim bir aslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hâli ile beraber uzun bir yolculuğu var, nefyediliyor. (7. Söz)

(Cesim: Büyük, iri / Nefyediliyor: Sürgün ediliyor)

Temsili daha iyi anlayabilmek için temsilin şemasını çizmek her zaman etkili bir yoldur. Bu sayede hem temsil daha iyi anlaşılmış hem de tefekkürî bir ibadet yapılmış olur.

Şu unutulmamalıdır ki: Anlatılan sözlerin kalpte, akılda, ruhta ve diğer latifelerdeki tesiri, tefekkür etme şartına bağladır. Tefekkürsüz yapılan okumalarda tesir son derece azdır. Bu sebeple, bizler risaleleri okurken yavaş yavaş okumalı ve tefekkür ederek istifademizin ziyadeleşmesine çalışmalıyız.

Bizler sizlere kolaylık olsun diye temsilî hikâyeciği kısım kısım tabloya dökeceğiz. Üstte okuduğumuz metni şu şekilde tabloya dökebiliriz.

Cesim bir aslan saldırmak için bekliyor

Dehşetli ve derin bir yara

ASKER Dehşetli ve derin bir yara

Bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıyor, onu da bekliyor

Bu hâli ile beraber uzun bir yolculuğu var, nefyediliyor

Temsile devam edelim:

O biçare şu dehşet içinde meyusane düşünürken sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nurani bir zat peyda olur. Ona der: Meyus olma. Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istimal etsen o aslan, sana musahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner. Hem sana iki ilaç vereceğim. Güzelce istimal etsen o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu Gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latif çiçeğe inkılab ederler. Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi bir senelik bir yolu bir günde kesersin. İşte eğer inanmıyorsan bir parça tecrübe et. Ta doğru olduğunu anlayasın. (7. Söz)

(Meyusane: Ümitsizce / Hayırhah: İyiliksever / Meyus: Ümitsiz / Tılsım: Gizli sır / İstimal: Kullanma / Musahhar: İtaatkâr / Tenezzüh: Gezinti / Müteaffin: Kokuşmuş)

Bu kısmı da şöyle bir tabloya dökebiliriz:

İki tılsımı kullanıp, iki ilacı istimal edip, bileti aldıktan sonraki hâli

Aslan musahhar bir ata döndü.

Yara gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latif bir çiçeğe inkılap etti.

 ASKER

Yara gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latif bir çiçeğe inkılab etti.

Darağacı keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döndü.

Uçar gibi bir senelik bir yolu bir günde keser.

Temsile devam edelim:

Hakikaten bir parça tecrübe etti, doğru olduğunu tasdik etti. Evet, ben yani şu biçare Said dahi bunu tasdik ederim. Çünkü biraz tecrübe ettim, pek doğru gördüm.

Bundan sonra birden gördü ki sol cihetinden şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adam; çok ziynetler, süslü suretler, fanteziyeler, müskirler beraber olduğu hâlde geldi. Karşısında durdu, ona dedi:

— Hey arkadaş! Gel gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim.

Sual: Ha ha, nedir ağzında gizli okuyorsun?

Cevap: Bir tılsım.

— Bırak şu anlaşılmaz işi. Hazır keyfimizi bozmayalım.

Sual: Ha, şu ellerindeki nedir?

Cevap: Bir ilaç.

— At şunu. Sağlamsın. Neyin var? Alkış zamanıdır.

Sual: Ha, şu beş nişanlı kâğıt nedir?

Cevap: Bir bilet. Bir tayinat senedi.

— Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lazım, der.

Her bir desise ile onu iknaya çalışır. Hatta o biçare ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.

Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki aslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları defedip, peşimdeki yolculuğu menedecek bir çare sende varsa bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem! Ta Hızır gibi bu zat-ı semavî, dediğini desin. (7. Söz)

(Müskir: Sarhoşluk veren maddeler / İşret: İçki içme / Tayinat: Erzak, yiyecekler / Ra’d: Gök gürültüsü)

Temsilî hikâyecik burada tamamlandı. Eğer temsilde kaçırdığınız bir yer varsa tekrar okuyun. Acele etmeye gerek yok. Yavaş yavaş ve sindire sindire okumalıyız.

Üstad Hazretleri temsilin hakikatini şöyle izah ediyor.

İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil, o biçare asker ise sensin ve insandır. Ve o aslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zeval ve firaktır ki gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise birisi müz’iç ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elim, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefiy ve yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. (7. Söz)

(Zeval: Yok olma / Firak: Ayrılma / Müz’iç: Taciz eden, rahatsız eden / Acz-i beşerî: İnsanın âcizliği / Fakr-ı insanî: İnsanın fakirliği / Nefiy: Sürgün / Rahm-ı mader: Anne karnındaki çocuğun bulunduğu yer / Sabavet: Çocukluk)

Bu kısmı ve devamında gelecek hakikatleri şöyle bir tabloya dökebiliriz:

Aslan: Eceldir.

1. Tılsım: Allah’a iman

Birinci yara acz-i beşerî

 

İNSAN VE BEN      

                   

İkinci yara fakr-ı insanî

Birinci ilaç sabır ile tevekkül

İkinci ilaç şükür ve kanaat

Darağacı: Ölüm, zeval ve firaktır.

2. Tılsım: Ahirete iman

Bilet ve senet ise başta namaz olarak, farzları eda ve büyük günahları terk etmektir.

Önce tablolar üzerinden temsilî hikâyeciği ve hakikat karşılıklarını iyice pekiştirin, daha sonra mütalaaya devam edin.

Şimdi bazı cümleler üzerinde biraz tefekkür edelim:

1. O darağacı ise ölüm ve zeval ve firaktır ki gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur.

Nerede dedelerimiz ninelerimiz? Nerede annelerimiz babalarımız? Nerede dostlarımız ve arkadaşlarımız?..

Bilhassa yaşı ihtiyarlamış olanlar, fotoğraf albümlerini alıp bir baksalar görürler ki resimlerine baktıkları birçok dostları çoktan toprak olmuş, kabirde yatıyorlar. Onlardan geriye sadece fotoğrafları kalmış; isimleri unutulmuş, cisimleri çürümüş, zikirleri kesilmiş ve belki de birçoğunun kabirleri dahi kaybolmuş.

Evet, bu dünya öyle bir misafirhanedir ki her gün bir kafile gelir, bir kafile gider; gelen gider, giden gelmez; daima dolar, boşalır.

Bu makamda, ibret olması için şu kıssayı nakletmek istiyorum:

İbrahim Ethem Hazretleri bir gün kabristandan geçerken, bir kabrin başında durmuş hüngür hüngür ağlayan birisini görür. Ona sorar: “Niçin ağlıyorsun?” O der ki: “Dostumu kaybettim. Burada yatan benim dostumdu. Ondan ayrılmanın acısından ağlıyorum.” Bunun üzerine İbrahim Ethem Hazretleri şöyle buyurur: “Sen de ölümsüz bir dost tutsaydın ya!”

Evet, madem her dost veda edecek ve “Allah’a ısmarladık” demeden gidecek; o hâlde insana düşen en büyük vazife, ölümsüz bir dostu ve baki bir sevgiliyi bulmak ve onunla ünsiyet etmektir. Ne mutlu o baki sevgiliyi bulanlara!..

2. O iki yara ise, birisi müz’iç ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elim, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir.

Üstad Hazretleri aynı manayı Altıncı Söz’de şöyle beyan ediyor:

“İnsan zayıftır, belaları çok… Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade… Âcizdir, hayat yükü pek ağır… Eğer Kadir-i Zülcelal’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.”

Yine mezkûr cümlenin tam bir şerhi Üçüncü Söz’ün kendisidir. Cümlenin tam tefekkürü için Üçüncü Söz’ü mütalaa etmenizi tavsiye ediyorum. Sitemizden “Üçüncü Söz Şerhi”ni PDF formatında indirebilir ve mütalaasını yapabilirsiniz. Bu cümledeki hakikat orada izah edildiğinden tekrar izahına girişmiyor, mütalaasını mezkûr söze havale ediyoruz.

3. O nefiy ve yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.

Önce âlem-i ervah ile âlem-i berzah arasındaki farka işaret edelim:

Âlem-i ervah ruhların ilk durak yeridir. Henüz dünyaya gelmeyen ruhlar bu âlemde beklerler. Sanki âlem-i ervah, dünyaya gelmeyen ruhların bir bekleme salonudur. Allahu Teâlâ ruhları yaratmış ve onları dünyaya gönderinceye kadar bu âlemde bekletmiştir.

Âlem-i berzah ise dünyaya gelen ve bir bedene giren ruhların, bedenin ölümünden sonra cismi terk ederek gittikleri âlemdir. Ruhlar âlem-i berzahta kıyameti beklerler. Allahu Teâlâ bedeni terk eden ruhları kıyamete kadar bu âlemde bekletir.

Demek, âlem-i ervahtaki ruhlar dünyaya gelme sıralarını, âlem-i berzahtaki ruhlar da kıyameti bekliyor.

Şimdi de cümle üzerinde biraz enfüsi tefekkür yapalım:

Yolculuğumuz âlem-i ervahta başladı. Cenab-ı Mevla ruhumuzu yarattı ve âlem-i ervaha yerleştirdi… Vakta ki şu dünya misafirhanesinde gözükme sıramız geldi, ruhumuz âlem-i ervahtan çıkıp anne karnındaki cismimize yerleşti… Sonra Rabbimizin ihsanıyla dünyaya bir bebek olarak geldik… Sonra bebeklikten çocukluğa, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa bir sefer başladı… Sonra vakit gelecek bu dünya seferimiz bitecek, ahiret seferimiz başlayacak. O vakit geldiğinde bize “Haydi dışarı.” denilecek, cismimiz kabre atılacak, ruhumuz âlem-i ervaha uçacak… Sonra vakit gelecek kıyamet kopacak. Kabirlerden kalkıp yeni bir yolculuğa çıkacağız. Kabirden haşre, haşirden hesaba, hesaptan sırata, sırattan da cennete veya cehenneme…

İşte böyle uzun bir sefer-i imtihanımız var! Allahu Teâlâ her istasyonda yar ve yardımcımız olsun. Âmin

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin