2. Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak…
Altıncı Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
“Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bakiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken birden semavi sadâ-yı Kur’an işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”
Sual: Nedir?
El-cevap: Emaneti sahib-i hakikisine satmak. (6. Söz)
(İbka etmek: Bakileştirmek / Sahib-i hakiki: Gerçek sahibi)
Emaneti sahib-i hakikisine satmak, Allah’ın verdiğini Allah yolunda kullanmaktır. Başta göz, dil, kulak gibi zahirî duyguları; akıl, hayal ve muhabbet gibi bâtıni hasseleri Allah yolunda kullanmak ve sahip olduğumuz her şeyi Allah yolunda harcamaktır. Yani göz ile hakkı görmek, dil ile hakkı söylemek, kulak ile hakkı işitmek; akıl ile hakkı düşünmek, hayal ile hakkı tahayyül etmek, muhabbet ile hakkı sevmek; malımızı hakkın ikamesi için harcamak, makamımızı hakkın galibiyetine vesile yapmak; hülasa her şeyi Hakk’a satmaktır.
İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.
Birinci kâr: Fâni mal, beka bulur. Çünkü Kayyum-u Baki olan Zat-ı Zülcelal’e verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bakiye inkılab eder, baki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zahiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sümbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar. (6. Söz)
(Kayyum-u Baki: Daimi hayat sahibi olup her şeyi ayakta tutan Allah / Ömr-ü zâil: Geçici ömür / Âlem-i beka: Devamlı ve kalıcı olan ahiret âlemi / Ziyadar: Nurlu, ziyalı / Munis: Sevimli, alışılmış)
Cenab-ı Hakk’ın yolunda harcanan fâni malın beka bulmasına, şu ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler dürbünüyle bakabiliriz:
Her neyi Allah yolunda infak ederseniz, Allah onun yerine size başkasını verir. (Sebe 39)
Yaptığınız her hayır kendiniz içindir… Hayır cinsinden her ne infak ederseniz, o size tastamam ödenir. Size hiçbir şekilde zulmedilmez. (Bakara 272)
Hazreti Aişe Validemiz şöyle diyor:
— Hazreti Peygamber (a.s.m.) ve sahabeleri bir koyun kestiler. Bir dilenci geldi, ona koyunun bir kısmını verdiler. Başka biri geldi, ona da verdiler. Sonra daha başka biri geldi, ona da verdiler. Koyundan geriye bir parça kaldı. Resulullah (a.s.m.) şöyle sordu: “Ondan geriye ne kaldı?” Sahabeler dediler ki: “Ondan geriye sadece kürek kemiği kaldı.” Bunun üzerine Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu: “Kürek kemiği hariç hepsi kaldı.” (Tirmizî)
Efendimiz (a.s.m.)’ın burada anlatmak istediği şey şudur: Biz hayvanın her parçasını Allah yolunda infak ettik. Bu infak sayesinde o parçalar beka buldu. Çünkü Allah yolunda harcanan her şey beka bulur. Kalan kürek kemiğini ise biz yiyeceğiz. Bu parça Allah yolunda sarf edilmediğinden dolayı fena bulacak. O hâlde denilebilir ki: Kürek kemiği hariç bu koyunun tamamı beka bulmuştur.
İbni Mesud (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (a.s.m.) ashabına, “Hanginize mirasçısının malı kendi malından daha sevimlidir?” diye sordu. Onlar, “Ey Allah’ın Resulü! Hepimiz malımızı mirasçının malından daha fazla severiz.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu: “Kişinin kendi malı, hayır yaparak önceden gönderdiğidir. Mirasçısının malı ise harcamayıp geride bıraktığıdır!” (Buhârî)
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
— Her sabah iki melek iner. Biri: “Ya Rabbi, infak edenin malına yenisini ver!” der. Diğeri de: “Ya Rabbi, cimrilik edenin malını telef et!” diye dua eder. (Buhârî, Müslim)
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
— Üç şey vardır ki bunlara yemin ederim: Sadaka malı eksiltmez… (Tirmizî)
Naklettiğimiz ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler şu noktaya parmak basmaktadır: Allahu Teâlâ yolunda harcanan mal eksilmez ve fena bulmaz. Bilakis çoğalır ve beka bulur. Mal, Allahu Teâlâ yolunda harcanmakla beka bulduğu ve fenadan kurtulduğu gibi, şu ömr-ü zâil de Allah yolunda harcanırsa beka bulur ve fenadan kurtulur. Zira o zaman şu ömr-ü zâil, ebedî bir hayatın vesilesi ve cennette ebedî bir saadetin sebebi olur.
Üstadımız Üçüncü Lem’ada bu hakikati şöyle ifade ediyor:
— Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemalâtı, lezzetleri, bekaya tabidir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal’e mahsustur ve madem Bâki’nin esması bâkiyedir ve madem Bâki’nin âyineleri Bâki’nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lazım iş, en mühim vazife, o Bâki’ye karşı alaka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü Bâki yoluna sarf olunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur. (Üçüncü Lem’a)
(Beka: Ebedîlik, ölümsüzlük / Bâki-i Zülcelal: Celal sahibi ve ebedî olan Allah / Esma: İsimler / Bâkiye: Daimi, ebedî)
Ana metinden uzaklaşmamak için metnin mütalaasına girişmiyor, tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Çok kıymetli bir bölümdür, bu hassasiyetle mütalaa etmenizi tavsiye ediyorum.
Biz tekrar ana metne döndük. Üstadımız, “Âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.” dedi.
Berzah âlemi: İnsan ruhunun öldükten sonra kıyamete kadar içinde bulunduğu, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında yer alan bir âlemdir. İnsanın öldükten sonra ilk ayak bastığı menzil işte bu âlemdir. İnsan kıyamete kadar bu âlemde hayatını sürdürecek ve burada kıyamet gününün gelmesini bekleyecektir. Demek berzah âlemi, dünya ve ahiret arasında bir bekleme salonudur. Ruhlar burada kıyameti ve dirilişi bekler; ilk ceza ve ilk mükâfat burada gerçekleşir.
Berzah âleminin yeri, dünyanın merkezi ile birinci sema arasıdır. Ancak birinci semanın yeri hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre, bizim gördüğümüz sema birinci semadır. Bazılarına göre ise göz ile görünen şu uzayın tamamı birinci semadır.
Yine denilmiştir ki: Âlem-i berzah huni şeklindedir. Bu âlem âdeta bir ayna gibidir. Cennet ve cehennem bu aynada temessül eder. Bu âlemin üstü cennetin temessülüne, altı da cehennemin aksine mazhardır. Cennetlik ruhlar berzah âleminin üst kısmındadır. Burada âdeta bir cennet hayatı yaşarlar. Cehennemlik ruhlar ise bu âlemin alt kısmındadır. Onlar da orada âdeta bir cehennem hayatı yaşarlar.
Kötü ruhların berzahın üstüne gidemediklerine ve berzahın alt kısmında kaldıklarına şu ayet-i kerime işaret etmektedir: “Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı kibirlenenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmaz…” (Araf 40)
Bu ayete göre, ölüm melekleri kişinin ruhunu aldıklarında berzah âleminin üst kısmı olan semaya doğru götürürler. Ancak berzah âleminin üst tarafına çıkabilmek için göğün kapılarını geçmek gerekir. Göğün kapılarında ise melekler vardır ki habis ruhların bu kapılardan geçmesine izin vermezler. Habis ruh göğün kapısından geçemeyerek geri çevrilir ve cehennemim aksettiği yer olan berzahın alt kısmına götürülür.
Berzah âleminin mahiyeti hakkında daha fazlasını merak edenler ilgili kitaplara müracaat edebilirler.
Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz nokta, “Bu dünyadaki hadiselerin âlem-i berzahta ziyadar ve munis birer manzara olmaları” meselesidir. Üstadımızın başka yerlerde izah ettiği üzere, bu âlemdeki her hadise -tabiri caizse- İlahî kameralarla kayıt altına alınmaktadır. Daha sonra bu kayıtlar ehl-i cennete seyrettirilecek ve cennetin hoş sohbetlerine medar olacaktır. Ehl-i cennet bu kayıtları seyrederken dünyadaki anılarını hatırlayacak ve bir nevi lezzete mazhar olacaktır.
Bu mesele Onuncu Söz’de şöyle geçiyor:
— Hem anlarsın ki şu fâni masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlub bir vaziyet alıp ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin, neticeleri zapt edilsin. Mesela ehl-i ebed için daimi manzaralar nescedilsin. Hem âlem-i bekada başka gayelere medar olsun. (Onuncu Söz)
(Masnuat: Sanat eserleri / Matlub: İstenilen / Timsal: Görüntü / Nescedilsin: Dokunsun)
Yazar: Sinan Yılmaz