a
Ana SayfaAltıncı Söz1. Altıncı Söz’ün temsilî hikâyeciği

1. Altıncı Söz’ün temsilî hikâyeciği

Rabbimizin ihsanı ve inayetiyle Altıncı Söz’ün mütalaasına başlıyoruz. Mütalaa usulümüzü şöyle hatırlatalım: Altıncı Söz’ü baştan başlayarak okuyacak, manası açık olan cümlelerin tefekkürünü sizlere havale edecek ve manası kapalı cümlelerin izahını yapacağız. Cenabı Hak istifadeyi nasip etsin; okuyacaklarımızla amel etme hususunda bizlere tevfik versin. Âmin.

ALTINCI SÖZ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

“Şüphesiz Allah, cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır.” (Tevbe 111)

Üstad Hazretleri risalelere genelde bir ayet-i kerime ile başlıyor. Bunun sebebini İkinci ve Üçüncü Söz’de izah etmiştik. Önemine binaen aynı konuyu burada farklı bir şekilde izah edelim:

Üstad Hazretlerinin şu beyanını dikkatle okuyalım:

“Şeriat kitapları, birer şeffaf cam mahiyetinde olmak lazım gelirken, mürur-u zamanla, mukallitlerin hatası yüzünden paslanıp hicap olmuşlardır. Evet, bu kitaplar Kur’an’a tefsir olmak lazım iken, başlı başına tasnifat hükmüne geçmişlerdir… Mesela bir adam İbni Hacer’e nazar ettiği vakit, Kur’an’ı anlamak ve Kur’an’ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbni Hacer’in ne dediğini anlamak maksadıyla değil.” (Sunuhat)

(Mürur-u zaman: Zamanın geçmesi / Mukallit: Âlimleri taklit eden avam / Hicap: Perde / Tasnifat: Kitap hâline getirilmiş eserler)

Demek, Risale-i Nurları elimize aldığımızda, Kur’an’ı anlamak ve Kur’an’ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa Üstad Hazretlerinin ne dediğini anlamak maksadıyla değil…

Bu nasihati bize Üstadımız veriyor ve kendisi de nazarları Kur’an’a çevirmek için risalelere -o risalenin içeriğine uygun- bir ayetle başlıyor. Bununla da arzu ediyor ki o risaleyi okuyanlar, risaleyi başta zikredilen ayetin tefsiri makamında okusunlar. Yani ruhları ve kalpleri Kur’an’a müteveccih olsun; Risale-i Nurları Kur’an’a perde değil, şeffaf bir cam yapsın ve arkasında Kur’an’ı görsün…

Bizler de Risale-i Nurları Kur’an’ı anlamak ve ayetlerin damına çıkmak maksadıyla okumalıyız. Mesela bu Altıncı Söz’e, “Şüphesiz Allah, cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır.” ayetiyle başlanmış. O hâlde bizler bu Altıncı Söz’ü mezkûr ayetin bir tefsiri olarak okumalı ve nazarımızı Kur’an’a çevirmeliyiz.

Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciği dinle… (6. Söz)

Şimdi, temsilî hikâyeciğin tamamını acele etmeden, düşüne düşüne okuyalım. Daha sonra da üzerinde mütalaa yapalım. (Osmanlıca kelimelerin manasını bilmeyenler olabilir düşüncesiyle metni bölerek ve kelimeleri altına yazarak ilerledik. Kelimelerin manasını sayfanın altına yazsaydık, manaya alttan bakmak ve sonra başı tekrar kaldırıp metinde odaklanmak zor olurdu. Bu sebeple alttaki usulü takip ettik.)

Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki içinde fabrika, makine, at, silah gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder gider.

(Raiyet: Halk / Muharebe: Savaş / Tebeddül eder: Değişir)

Padişah o iki nefere kemal-i merhametinden bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:

“Elinizde olan emanetimi bana satınız. Ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır, pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler, benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı hem ücretleri, birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masarifatını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levazımatı, ben deruhte ederim. Bütün vâridatı ve menfaati size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!

(Kemal-i merhamet: Mükemmel ve kusursuz şefkat / Yaver-i ekrem: Yüksek rütbeli memur / Merhametkâr: Merhametli / Masarifat: Masraflar / Levazımat: Gerekli olan şeyler / Deruhte: Yerine getirme / Vâridat: Gelirler)

Eğer bana satmazsanız zaten görüyorsunuz ki hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhude gidecek. Hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasaret içinde hasaret! Hem de bana satmak ise bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Âdi bir esir ve başıbozuğa bedel, âlî bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz.”

(İstimal edilecek: Kullanılacak / Hasaret: Zarar, ziyan)

Onlar, şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

— Baş üstüne, ben maaliftihar satarım. Hem bin teşekkür ederim.

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi:

— Yok! Padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam.

(Maaliftihar: İftiharla, memnuniyetle / Mağrur: Gururlu / Hodbin: Kibirli, kendini beğenmiş / Dağdağa: Sıkıntı)

Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki herkes hâline gıpta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hâle giriftar olmuş ki hem herkes ona acıyor hem de “Müstahak!” diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak hem saadeti ve mülkü gitmiş hem ceza ve azap çekiyor. (6. Söz)

Hikâye burada bitti. Temsil ile anlatılan hakikatleri anlayabilmek için temsili çok iyi kavramak ve her noktasını anlamak gerekir. Temsili tam manasıyla anlamak için de tablo oluşturmak etkili bir yoldur. Kuvvetli bir hafızası olmadığı için, sonunu okurken başını unutanlar bu tür metinler için tablo hazırlamalı ya da okuduğu sayfadaki cümleleri kalemiyle çizerek birbiriyle ilişkilendirmelidir. Zira Üstad Hazretleri sözlerini ilmik ilmik dokuyor ve her sözü birbiriyle ilişkilendiriyor.

Bizler sizlere kolaylık olması için bu sözde geçen hikâyeyi şu şekilde tabloya döktük:

 KÂRLI BİR TİCARET VE ŞEREFLİ BİR RUTBE İSTEYENLER

Nefsini Allah’a satsın

Malını Allah’a satsın

O’na abd olsun

O’na asker olsun

 TEMSİLÎ HİKÂYENİN MUKAYESELİ TABLOSU

 BİR PADİŞAH İKİ ADAMA BİRER ÇİFTLİK VERİR. ÇİFTLİKTE ŞUNLAR VARDIR:

Fabrika

Makine

At

Silah

Ve bunlar gibi şeyler

Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder gider.

Padişah o iki nefere bir yaver-i ekremini bir ferman ile gönderir ve emanetini kendisine satma teklifinde bulunur.

EMANETİ SATTIĞIMIZDAKİ 5 KÂR

 SATMADIĞIMIZDAKİ 5 ZARAR

Emanetini bizzat kendisi muhafaza edecek ve muharebe bittikten sonra güzelce iade edecek.

Elimizden çıkacak, beyhude zayi olacak.

Pek büyük bir fiyat verecek.

O yüksek fiyattan mahrum kalacağız.

O makine ve aletler, onun namıyla ve onun tezgâhında işlettirilecek; aletlerin kıymeti birden bine yükselecek.

O kıymettar aletler istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından bütün bütün kıymetten düşecekler.

Bütün masraflar padişah tarafından deruhte edilip kâr ve menfaati bize verilecek.

İdare ve muhafaza zahmeti başımıza kalacak.

Terhisat zamanına kadar elimizde bırakılacak.

Emanette hıyanet cezası göreceğiz.

ONA SATMANIN MANASI İSE ONA ASKER OLUP ONUN NAMINA TASARRUF ETMEKTİR.

 AKLI BAŞINDA OLAN ADAM ŞÖYLE DEDİ:

 DİĞERİ ŞÖYLE DEDİ:

Başüstüne, ben maaliftihar satarım.

Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam.

 İŞİN NETİCESİ

Öyle bir mertebeye çıktı ki herkes hâline gıpta ederdi.

Öyle bir hâle giriftar oldu ki herkes ona hem acıyor hem de “müstahak” diyor.

Padişahın lütfuna mazhar oldu.

Hem saadeti hem mülkü gitti.

Has sarayında saadetlerle yaşıyor.

Ceza ve azap çekiyor.

Üstad Hazretleri temsilin hakikatini şöyle beyan ediyor:

İşte ey nefs-i pürheves! Şu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak:

– Amma o padişah ise ezel ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır.

– Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mizanlar ise senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve bâtıni hasselerindir.

– Ve o yaver-i ekrem ise Resul-i Kerîm’dir.

– Ve o ferman-ı ahkem ise Kur’an-ı Hakîm’dir ki bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi, şu ayetle ilan ediyor:

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

– Ve o dalgalı muharebe meydanı ise şu fırtınalı dünya yüzüdür ki durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor… (6. Söz)

(Nefs-i pürheves: Heves dolu nefis / Hâlık: Yaratıcı / Mâmelek: Sahip olunan her şey / Yaver-i ekrem: Yüksek rütbeli memur / Ferman-ı ahkem: En sağlam ferman / Ticaret-i azîme: Büyük ticaret)

(Meal: Şüphesiz Allah, cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır.) (Tevbe 111)

Metne devam etmeden önce bu kısma iyice çalışmalı ve bu maddeleri ezberlemeliyiz. Önce maddeleri ezberleyelim, daha sonra metne devam edelim.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin