a
Ana SayfaBeşinci Söz3. Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp…

3. Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp…

Beşinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Önceki derste temsilî hikâyeciği okumuştuk. Üstad Hazretleri temsilin hakikatini şöyle izah ediyor:

İşte ey tembel nefsim!

– O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı dünya hayatıdır.

– O taburlara taksim edilen ordu ise cemiyet-i beşeriyedir.

– Ve o tabur ise şu asrın cemaat-i İslamiyesidir.

– O iki nefer ise biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki Müslüman’dır.

– Diğeri, Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgele günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. (5. Söz)

(Dağdağalı: Sıkıntılı / Cemiyet-i beşeriye: İnsanlık topluluğu / Feraiz-i diniye: Dinin farzları / Kebair: Büyük günahlar / Müttaki: Takva sahibi / Rezzak-ı Hakiki: Rızkın hakiki sahibi olan Allah / Derd-i maişet: Geçim derdi / Feraiz: Farzlar / Maişet: Geçim / Fâsık-ı hâsir: Zarar ve ziyana uğrayan günahkâr)

Cümlelerin manası açık olduğundan izaha gerek yok. Sadece “Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp” ifadesi üzerine biraz konuşalım:

Bir kimsenin, namazı ve diğer farz ibadetleri terk ederek günahlara dalması ve buna bahane olarak da geçim derdini ileri sürmesi, belki de o ibadeti terk etmesinden daha büyük bir kusurdur. Zira bu sözde, Cenab-ı Hakk’ın rahmetini ittiham etmek vardır. Yani bu sözün sahibine göre, eğer çalışmazsa aç kalacak, perişan olacak, sefalete düşecek ve Allah ona yardım etmeyecektir. O kişi, bu yanlış itikadı ve zannı sebebiyle ibadeti terk etmektedir.

İşte onun bu sözü ve itikadı, namazı terk etmesi kadar büyük bir suçtur. Çünkü bu sözde, Cenab-ı Hakk’ın rahmetini ittiham etmek, Ona güvenmemek, Onun rezzak olduğuna inanmamak, kendi rızkını bizzat kendisinin kazandığına inanmak ve rezzak-ı hakikinin Allah olduğunu inkâr etmek gibi manalar vardır.

Bu bölümü, Yirmi Sekizinci Lem’a’da geçen şu bölüm ile beraber mütalaa etmek faydalı olacaktır:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ مَا اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık ve beni yedirmelerini istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat 56-57-58)

“İnsan rızka çok müptela olduğu için, rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mâni tevehhüm edip kendine bir özür bulmamak için ayet-i kerime diyor ki: ‘Siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhte ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızık ve it’âmı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünkü Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz.'” (28. Lem’a)

(Tevehhüm edip: Zannedip / Netice-i hilkatiniz: Yaratılışınızın neticesi ve gayesi / Deruhte: Üzerine alma / İyal: Bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kişiler / İt’âm: Yemek yedirme / İhzar: Hazırlama / Müteallikat: Yakınlar, akrabalar / İbad: Kullar)

Bu makamda bir ayet-i kerime ile iki hadis-i şerifi nakletmek istiyorum. Bu sayede, derd-i maişete dalıp feraizi terk etmenin ne derece büyük bir hata olduğu Kur’an’ın ve Efendimiz (a.s.m.)’ın lisanıyla daha iyi anlaşılmış olacaktır.

رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهَ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ

“Nice Allah erleri vardır ki ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur 37)

عن ابن عمر قال رسول الله مَنْ جَعَلَ الْهُمُومَ هَمًّا وَاحِدًا كَفَاهُ اللهُ مَا أَهَمَّهُ مِنْ أَمْرِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَنْ تَشَاعَبَتْ بِهِ الْهُمُومُ لَمْ يُبَالِ اللهُ فِي أَيِّ أَوْدِيَةِ الدُّنْيَا هَلَكَ

İbni Ömer (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Kim bütün dertleri tek bir dert yaparsa (yani derdi sadece Allah’ı razı etmek olursa) Allahu Teâlâ, onun dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir. Her kimin de dertleri çeşitli olursa, Allahu Teâlâ onun dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna bakmaz.” (Hakim, el-Müstedrek, 4/328-329; İbni Mâce, Zühd:2, 4106, 2/1375)

عن أبى هريرة قال رسول الله  ثَلَاثَةٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ اسْتُكْمِلَ إِيمَانُهُ لَا يَخَافُ فِي اللهِ لَوْمَةَ لَائِمٍ وَلَا يُرَائِي بِشَيْءٍ مِنْ عَمَلِهِ وَإِذَا عُرِضَ عَلَيْهِ أَمْرَانِ أَحَدُهُمَا لِلدُّنْيَا وَالْآخِرُ لِلْآخِرَةِ آثَرَ أَمْرَ الْآخِرَةِ عَلَى الدُّنْيَا

Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Kimde üç şey varsa imanı kemal bulmuştur. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmaz. Amelinden hiçbir şey ile gösteriş yapmaz. Biri dünya diğeri ahiret ile ilgili iki şey ona aynı anda arz edilse, ahiret işini dünya işine tercih eder. (Kenzü’l-Ummâl, 43247)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin