2. Temsilî hikâyeciğin izahı ve hakikat karşılıkları
Üçüncü Söz’ün mütalaasına devam ediyoruz. Önceki dersimizde temsilî hikâyeciği kıyaslamalı tablo üzerinde tahlil etmiş ve ezberlemenizi tavsiye etmiştik. Bu dersimizde temsilin hakikatini öğreneceğiz. İlk önce metni okuyalım:
İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlahî, birisi de asi ve hevaya tabi insanlardır. O yol ise hayat yoludur ki âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer, ahirete gider. O çanta ve silah ise ibadet ve takvadır. (3. Söz)
(Nefs-i serkeş: İnatçı nefis / Mutî-i kanun-u İlahî: Allah’ın kanunlarına itaat eden / Heva: Nefsin arzu ve istekleri / Âlem-i ervah: Ruhlar âlemi)
Yine metni tabloya dökerek geniş açıdan bakalım:
TEMSİLÎ HİKÂYECİĞİN KARŞILIKLARI |
|
Sağ yolun yolcusu |
Mutî-i kanun-u İlahî yani Allah’ın kanunlarına itaat eden insanlardır. |
Sol yolun yolcusu |
Asi ve hevaya tabi insanlardır. |
Yol |
Hayat yoludur ki âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer ve ahirete gider. |
Çanta ve silah |
İbadet ve takvadır. |
Metne devam edelim:
İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki tarif edilmez. Çünkü âbid, namazında der: اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani “Hâlık ve rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem hakîmdir, abes iş yapmaz. Hem rahîmdir; ihsanı, merhameti çoktur.” diye itikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir. (3. Söz)
(Çendan: Her ne kadar / Hâlık: Yaratıcı / Rezzak: Rızık veren / Hakîm: Hikmet sahibi / Musahhar: İtaat ettirilmiş, boyun eğdirilmiş / Tahassun: Sığınma / Emniyet-i tâmme: Tam bir güven)
İman şu işleri yapıyor:
1. Hâlık ve rezzak olarak Allah’ı tanıtıyor; O’ndan başka hâlık ve rezzak olmadığını bildiriyor.
2. Zarar ve menfaatin sadece Allah’ın elinde olduğunu ihtar ediyor.
3. Allah’ın hakîm olduğunu bildirmekle her şeyde bir hikmetin olduğunu, abes ve israfın olmadığını ders veriyor.
4. Allah’ın rahîm olduğunu bildirip O’na ilticaya sevk ediyor.
5. Her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulduruyor; dua ile o kapıyı çaldırıyor.
6. Her şeyin Allah’ın emrine musahhar olduğunu bildiriyor.
7. Tevekkül ile Allah’a istinad ettirip her musibete karşı Allah’a sığındırıyor.
8. Emniyet-i tâmme veriyor.
Buradaki her bir madde üzerinde tefekkür etmek lazım. Maddelerin manası açık olduğundan izahına girişmiyor, tefekkürünü sizlere havale ediyoruz. Sadece imanın kişiye emniyet-i tâmme vermesi üzerine biraz konuşalım:
Bu hakikati çocukluğumda yaşadığım bir anı çok güzel ders veriyor. Sizlerle paylaşmak istiyorum:
Çocukluğumda bir gün ağabeyim ile birlikte lunaparka gitmiştik. Orada Zambora adı verilen bir pavyon vardı. Ağabeyim beni buraya soktu. Karanlık bir yerdi; hafif loş ışıklarla aydınlatılmıştı.
Pavyonda bir sahne ve sahnenin arkasında demir parmaklıkları olan bir oda vardı. Küçük bir oda, zindan gibi bir yer… Demir parmaklıkların arkasında ise elleri zincirli bir adam bulunuyordu.
Biz sahnenin önündeki sandalyelerde oturmuştuk. Kalabalık olduğundan dolayı birçok kişi de ayakta kalmıştı. Neler olacağını merakla bekliyordum. Ağabeyim elimden tutmuş, bana sıkı sıkıya korkmamamı tembihliyordu.
Nihayet sahneye bir adam çıktı. Demir parlaklıkların arkasındaki adamı gösterip etkileyici ve kısık bir sesle konuşmaya başladı:
— İşte bu Zambora… Şimdi beş bin yıl önceye dönecek ve bir goril olacak…
Tam bu esnada loş ışıklar bir anda söndü ve oda zifiri karanlık oldu. Bir iki saniye öyle kaldı ve sonra sahnede loş bir ışık yanıverdi. Bir de ne görelim, o kafesteki adamın yerinde bir goril duruyor! Hepimiz o adamın gerçekten bir gorile dönüştüğünü zannetmiştik.
Goril demir parmaklıkları sallamaya başladı; kapıyı kırmaya çalışıyordu. Demir parmaklıklar birden yere düşüverdi ve goril sahnenin önünde bulunan seyircilere yani bize doğru koşmaya başladı. Odada bağırmalar, çağırmalar, kaçmaya çalışanlar görülmeye değerdi. Ben de olanca kuvvetimle bağırdım ve kaçmaya çalıştım.
Oda karanlık olduğundan kapıyı kimse bulamıyordu. Herkes can derdinde iken ağabeyim kıkır kıkır gülüyordu. Tam bu sırada görevliler gorili yakalayarak kafese soktular. Bu sırada ışıklar yandı. Neredeyse bütün sandalyeler yıkılmıştı. Kimisi kafasını tutuyor, kimisi bırakarak kaçtığı eşini arıyordu. Bu olayda tek korkmayan vardı, o da ağabeyim. Sakın ağabeyimin çok cesur olduğunu zannetmeyin. Onun niçin korkmadığını şimdi anlayacaksınız:
Dışarıya çıktığımızda beni birisi ile tanıştırdı ve gülerek “İşte Zambora buydu.” dedi. Meğerse bizim goril zannettiğimiz, goril kostümü giymiş bir insanmış yani her şey düzmece bir oyunmuş. O günden sonra ben ne zaman Zambora’yı seyrettim ise hep güldüm; o kostümün içindekini bilmeyenler ise hep korktular ve dehşete düştüler.
Şunu da hatırlatayım: “İnsan gorile döner mi? Buna kim inanır?” demeyin. Zira bu olay kırk yıl önce oldu. Kırk yıl öncesinde lunaparklarda denizkızı diye bir şey sergilenir; insanlar da bu denizkızını görmek için para verip içeriye girerdi. Yani o zamanın insanının algısı bu zamanın insanı gibi değildi. Hem olayı öyle sahneliyorlardı ki insan hakikati bilse bile korkuyor ve kaçıyordu.
İşte başımdan geçen bu hadise, kâmil mümin ile kâfir arasındaki farkı bu günlerde bana ders veriyor. Şöyle ki:
Kâmil mümin, dehşet verici hadiselerin arkasındaki güler yüzü görür; mahlukat ile ünsiyet ve kardeşlik peyda eder. İman nuruyla bilir ki hepsi aynı Zatın mahlukudur; O’nun emriyle hareket ederler ve izni olmadan zerre miktar tecavüz etmezler.
Hakiki mümin bu hakikati anladığından hadisatın dehşetinden korkmaz; belki neşe ile temaşa eder. Kâfir ise benim ilk hâlime benzer ki her hadise karşısında titrer ve dilencilik eder.
İmandaki cesareti Üstad Hazretleri 20. Mektup’ta şöyle izah ediyor:
“وَحْدَهُ (O birdir). Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: Kâinatın ekser envaıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan, وَحْدَهُ kelimesinde bir melce, bir halâskâr bulur ki onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani وَحْدَهُ manen der: Allah birdir; başka şeylere müracaat edip yorulma! Onlara tezellül edip minnet çekme! Onlara temellük edip boyun eğme! Onların arkasına düşüp zahmet çekme! Onlardan korkup titreme! Çünkü Sultan-ı kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun!” (20. Mektup)
(Ekser: Pek çok / Enva: Nevler / Keşmekeş: Karma karışıklık / Melce: Sığınak / Halaskâr: Kurtarıcı / Tezellül: Zillet göstermek / Temellük: Yaltaklanmak)
Yazar: Sinan Yılmaz