a
Ana Sayfaİkinci Söz7. İman bir manevi tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevi bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor.

7. İman bir manevi tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevi bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor.

Cümlemizin izahına geçmeden önce, merak edenler için cennetteki tûbâ ağacının mahiyetini hadis-i şerifler ışığında beyan edelim:

— Tûbâ cennette bir ağaçtır. Büyüklüğü yüz yıllık yer tutar. Cennet elbiseleri de onun tomurcuklarından yapılır. (Râmûzü’l-Ehadis)

— Cennette bulunan herkesin bir ağacı vardır. Bu ağacın adına tûbâ denir. Onlardan herhangi biri giysisini giymek istediği zaman o ağacın yanına gider. Oraya gittikten sonra ağacın çiçekleri açılır. Bunların içinden elbise çıkar. Bu çiçekler esas olarak altı renk olup bunların her biri dahi yetmiş renge sahiptir. Bu renklerden meydana gelen elbise, ne renk ne de şekil olarak birbirlerine benzerler. O kimse bunlardan hangisini isterse onu alır. (Abdulkâdir-i Geylânî, Gunyetü’t-Tâlibin)

— Ashabım! Cennette (tûbâ denilen) bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene gezse onun gölgesini asla bitiremez. (Buhârî, Müslim)

Şimdi cümlemizin izahına geçiyoruz:

Tûbâ bir cennet ağacı, zakkum ise bir cehennem ağacıdır. Tûbâ ağacı, lezzetin ve sürurun membaı olduğu gibi, zakkum ağacı da elemin ve azabın membaıdır. Ağaçların kendilerinde olan bu özellikler, bunların çekirdek ve tohumlarında da mevcuttur. Tûbâ ağacının çekirdeği lezzetli ve güzel; zakkum ağacının tohumu ise acı ve çirkindir.

İşte imanın manevi bir tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıması, imanda tûbâ ağacının lezzeti gibi bir lezzetin olmasıdır. Küfrün manevi bir zakkum-u cehennem tohumunu saklaması ise küfürde zakkum ağacının meyvesi gibi bir acının ve elemin olmasıdır ki mütalaasını yaptığımız bu İkinci Söz, imandaki bu lezzeti ve küfürdeki bu elemi iki kere iki dört eder katiyetinde ispat etmiştir.

Tûbâ ve zakkum ağacı arasında şu muhakemeyi de yapabiliriz:

İyiyi ve güzeli tûbâ ağacı, kötülüğü ve çirkinliği ise zakkum ağacı temsil eder. Merhamet ve sevgi erleri tûbâ ağacının meyvesinden yemiş; düşmanlık ve kin duygularıyla dolup taşanlar ise zakkum ağacının acı suyundan içmiş. Tûbâ bir cennet ağacı olması hasebiyle güzellikte, itaatte ve imanda meyve vermiş; zakkum ise bir cehennem ağacı olması hasebiyle ateşte, isyanda ve anarşide meyve vermiş…

Meyve Risalesi’nin Üçüncü Meselesini bu makamda tefekkür etmek faydalı olacaktır. Üstad Hazretleri orada şöyle buyuruyor:

“Mesela senin gayet sevdiğin bir tek evladın sekeratta ölmek üzere iken ve meyusâne elim ebedî firakını düşünürken, birden Hazreti Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli ve güzel evladın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.

İşte o çocuk gibi, sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhane tevehhüm edilen mezaristana kalp penceresinden bir ışık verdi. Onunla baştanbaşa bütün ölüler dirildiler ve “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz.” lisan-ı hâl ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları, iman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki iman hakikati öyle bir çekirdektir ki eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur dedim.” (Meyvenin Üçüncü Meselesi)

(Meyusâne: Ümitsizce / Firak: Ayrılık / Tiryak: İlaç / Mahbup: Sevgili / Tevehhüm edilen: Zannedilen / Tecessüm etse: Cisimleşse / Cennet-i hususiye: Hususi cennet / Şecere-i tûbâ: Tûbâ ağacı)

Bu bahsin şerhini, Efendimiz (a.s.m.)’ın zakkum ağacı hakkındaki şu hadis-i şerifi ile tamamlayalım:

İbni Abbas Hazretleri (r.a.) şöyle diyor: Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki: “Eğer zakkumdan dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu, dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse yiyecek ve içeceği zakkumdan olan ehl-i cehennemin hâli ne olur!” (Tirmizî)

İkinci Söz mütalaasına dair şunu ifade etmek istiyorum:

Mütalaada malumun ilamından kaçındığımız için şu noktaların izahına girişmedik:

1. Dünyanın bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cân olması.

2. Bütün vefiyat-ı hayvaniye ve insaniyenin terhisat olması ve vazifesini bitirenlerin daha güzel bir âleme gitmesi.

3. Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniyenin, askere alınma ve vazife başına geçme olması.

4. Bütün zîhayatın birer muvazzaf mesrur asker ve birer müstakim memnun memur olması.

5. Bütün mevcudatın Allahu Teâlâ’nın munis bir hizmetkârı ve dost memuru olması.

Bu cümlelerin manası açık olduğundan izahına girişmeyip, meseleyi sizlerin fehmine havale ettik. Ancak şunu ifade edelim:

Bir şeyi anlamak farklıdır, ruha ve kalbe işletmek farklıdır. Evet, mezkûr cümlelerin manası açıktır ve herkesin malumudur. Ancak sadece cümleyi anlamakla mana kalbe ve ruha işlemez. Manayı letaife işletmek, kalbe nüfuz ettirmek ve ruhta meleke hâline getirmek için üzerinde çok tefekkür etmek gerekir. Bu sebeple, “Ben bu cümlenin manasını anladım; okuyup geçeyim.” dememeli, mana üzerinde uzunca tefekkür edilmeli.

Şimdi şöyle yapalım: İkinci Söz’ü baştan sona bir daha teenni ile okuyun. Okurken cümleler üzerinde tefekkür ede ede ilerleyin. Manayı kalbe, akla, ruha ve latifelere işletmeye çalışın. Bakalım, İkinci Söz sizlere ne kadar açılmış?..

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin