a
Ana SayfaBirinci Söz4. Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet ne çok bitmez bir bereket…

4. Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet ne çok bitmez bir bereket…

1. Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen şu temsili hikâyeciğe bak, dinle. (1. Söz)

Üstad Hazretleri Bismillah’ın tükenmez bir kuvvet ve bitmez bir bereket olduğuna dikkat çekti. “Kuvvet” ve “bereket” kelimelerinde insanın iki yarasına iki merhem vardır. Şöyle ki:

İnsan gayet âcizdir ve fakirdir. Âcizdir lakin düşmanları çoktur. Fakirdir, ihtiyacı ise nihayetsizdir. Böyle âciz ve fakir bir insanın, dayanacağı bir kuvvete ve ihtiyacını karşılayacağı bir berekete ihtiyacı vardır.

İşte o kuvvet ve bereket Bismillah’ın içindedir. Kim ki bu kelamın manasını keşfetse ve bu kelamı kendine vird-i zeban etse, bu kuvveti bulur ve berekete sahip olur.

Üstadımız Bismillah’ın tükenmez kuvvetini ve bitmez bereketini şu misalle anlatıyor:

Şöyle ki: Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin, ta şakilerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. (1. Söz)

(Hâcat: İhtiyaç)

Misalde de aynı iki noktaya dikkat çekiliyor ve deniliyor ki: “Ta şakilerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin.”

“Şakilerin şerrinden kurtulmak” kuvvet cihetine, “hâcatını tedarik edebilmek” de bereket cihetine bakmaktadır.

Yine devamındaki kelam olan, “Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.” cümlesi de aynı iki noktaya dikkat çekmektedir.

“Hadsiz düşmana karşı perişan olmak” kuvvet cihetindeki mahrumiyete, “ihtiyacına karşı perişan olmak” ise bereket cihetindeki mahrumiyete bakmaktadır.

Üstad Hazretleri hiçbir kelimeyi gelişigüzel söylemiyor. Kelimelerin birbirine bakan bir yüzü ve birbirine kuvvet veren bir ciheti var. Risaleleri okurken bu cihetleri bulup çıkarmalı ve kelamın manasına iyice nüfuz etmeliyiz.

Üstadımız misale şöyle devam ediyor:

İşte böyle bir seyahat için iki adam sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazi, bir reisin ismini aldı. Mağrur almadı. Alanı her yerde selametle gezdi. Bir kâtıu’t-tarîka rast gelse der: “Ben filan reisin ismiyle gezerim.” Şaki def olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil hem rezil oldu. (1. Söz)

(Mütevazi: Alçak gönüllü / Mağrur: Gururlu / Kâtıu’t-tarîk: Yol kesen)

Misalin devamında da aynı iki cihet muhafaza edilmiş. “Bir kâtıu’t-tarîka rast gelse der: ‘Ben filan reisin ismiyle gezerim.’ Şaki def olur, ilişemez.” cümlesi kuvvet cihetine, “Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür.” cümlesi ise bereket cihetine bakmaktadır.

Yine “Öteki mağrur bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki tarif edilmez. Daima titrer.” cümlesi kuvvetten mahrumiyet cihetine, “Daima dilencilik ederdi.” cümlesi ise bereketten mahrumiyet cihetine bakmaktadır.

Yine “Hem zelil oldu.” cümlesi kuvvetten mahrumiyete, “Rezil oldu.” cümlesi ise bereketten mahrumiyete dikkat çekmektedir. Zira insan korkarsa zelil olur, ihtiyacını karşılayamazsa rezil olur.

Üstadımız Besmele’deki kuvveti ve bereketi izah etmek için bir misal verdi. Misali de bu kuvvet ve bereketle dokudu. Bir reisin ismini alan kuvvet ve bereket buldu, nefsine güvenen ise bu kuvveti ve bereketi kaybetti; hem zelil hem de rezil oldu.

Üstadımız misalin hakikatini şöyle izah ediyor:

İşte ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcatın nihayetsizdir. Madem öyledir, şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisatın karşısında titremeden kurtulasın. (1. Söz)

(Mağrur: Gururlu / Seyyah: Seyahat eden / Hadisat: Hadiseler)

Misaldeki teşbih cihetlerini bir daha tekrar edelim:

– Misaldeki yolcu bizmişiz.

– Çöl bu dünyaymış. Hepimiz bu dünya çölünde bir yolcuymuşuz.

– Kâtıu’t-tarîk (yol kesen) ise başta şerli insanlar olarak afetler, hastalıklar, musibetler ve insanın huzurunu bozan her şeydir.

– İsmi alınacak reis ise şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’si olan Allah’tır.

Üstadımız burada Allah’ı Mâlik ve Hâkim isimleriyle vasfetti. Bu vasıf da “kuvvet” ve “bereket” cihetlerine bakmaktadır. Mâlik ismi berekete, Hâkim ismi de kuvvete bakmaktadır.

Yani madem Hâkim’dir o hâlde bütün düşmanlarının dizginleri O’nun elindedir. O’nun izni olmadan hiçbir varlık sana düşmanlık vaziyeti alamaz. Ve madem Mâlik’tir o hâlde bütün ihtiyaçların onun katındadır. O’nu razı etsen her matlubunu bulursun.

İşte Üstad Hazretleri bu manayı vermek için Allah’ı Mâlik ve Hâkim isimleriyle vasfetti. Sonra da dedi ki: Aczin ve fakrın hadsizdir.

Evet, âcizliğimiz ve fakirliğimiz nihayetsizdir. Bir mikropla başa çıkabilecek bir kuvvetimiz yoktur. Heybemizde ise ne bir damla su ne de bir buğday tanesi vardır.

Hâl böyleyken -yani âcizliğimiz ve fakirliğimiz bu kadar hadsizken- düşmanlarımız ve ihtiyacımız ise nihayetsizdir. Kör bir akrepten tutun ayaksız bir yılana kadar; deprem, zelzele gibi afetlerden tutun ciğerlerimize yerleşen bir mikroba kadar her şey bize düşman vaziyetindedir.

İhtiyacımız ise hayalin gittiği yere kadar uzanır. Hayal nereye gitse oradan bir ihtiyaçla döner.

— Peki, böyle bir vaziyette olan insan ne yapmalıdır?

Şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’si olan Allah’ın ismini almalıdır. Yani O’nun ismiyle hareket etmeli, O’nun namına başlamalı ve işlemeli, O’na dayanmalı ve O’na tevekkül etmelidir.

Böyle yaparsan ey nefsim, bitmez bir bereket bulur ve bütün kâinatın dilenciliğinden kurtulursun. Ve yine tükenmez bir kuvvet bulur, her hadisatın karşısında titremeden kurtulursun. Yoksa misaldeki ikinci adama benzersin ki her hadise karşısında titrer ve her şeye karşı dilenci olursun.

Risaleleri okurken kelime ve cümlelerin birbiriyle alakasını kurmalıyız. Ancak bu yetmez. Bu sadece manayı anlamak içindir. Asıl olan ise anlamak değil; manayı ruha, akla, kalbe ve latifelere işletmektir. Bunun yolu da tefekkürdür. Risaleleri kendimizi muhatap alarak okumalı ve her okuduğumuz bölümde nefsimizi sigaya çekmeliyiz. Mesela bu bölümde şu soruları nefsimize sormalı ve cevaplarını bulmaya çalışmalıyız:

– Ey nefsim, sen misaldeki mütevazi kişi misin yoksa mağrur kişi mi?

– Ey nefsim, kendindeki aczin ve fakrın farkında mısın?

– Ey nefsim, şu sahranın Mâlik-i Ebedî’sinin ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini ne zaman alacaksın; O’na ne zaman abd ve asker olacaksın?

– Ey nefsim, eğer O’nun ismini almazsan ne kadar zelil ve rezil olacağının farkında mısın?

İşte böyle sorularla nefsimizi hesaba çekmeli ve okuduğumuz yerden kıssadan hissemizi almalıyız. Risaleleri böyle okursak -inşallah- Risaleler bizi insan-ı kamil makamına çıkarır ve bizi su-i ahlaktan kurtarır.

Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:

Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen şu temsili hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki: Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin, ta şakilerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

İşte böyle bir seyahat için iki adam sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazi, bir reisin ismini aldı. Mağrur almadı. Alanı her yerde selametle gezdi. Bir kâtıu’t-tarîka rast gelse der: “Ben filan reisin ismiyle gezerim.” Şaki def olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Âczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcatın nihayetsizdir. Madem öyledir, şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisatın karşısında titremeden kurtulasın. (1. Söz)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin