11. Madem her şey manen Bismillah der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar…
1. Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Madem her şey manen Bismillah der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyle ise Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız. (1. Söz)
Üstad Hazretleri dört şeyi yapmamızı nasihat etti:
1. Bismillah demeliyiz. Her işimize başlarken Bismillah ile başlamalı ve bununla rahmet-i İlahiyenin ve kudret-i Rabbaniyenin celbine çalışmalıyız. Bir işe Besmele ile başlamanın önemine dair hadis-i şerifleri birinci dersimizde nakletmiştik. Dilerseniz, bu cümlenin izahı olarak tekrar okuyabilirsiniz.
2. Allah namına vermeliyiz. Verdiğimiz kişiden minnet beklememeli ve Allah’ın malını Allah’ın kuluna verdiğimizi düşünmeliyiz. Bu hakikati Kur’an şu ayetleriyle ders vermektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا Ey iman edenler! لاَ تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُم بِالْمَنِّ وَالأذَى Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. (Bakara 264)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا Ey iman edenler! أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ Sizlere rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. (Bakara 254) Yani infak ettikleriniz sizin değildir. Bilakis onlar bizimdir, onları size rızık olarak biz vermişizdir.
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا Düşküne, yetime ve esire seve seve yedirirler. إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لاَ نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاءً وَلاَ شُكُورًا (Ve derler ki) Biz sadece size Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. (İnsan 8-9) Yani size Allah namına veriyoruz.
Kur’an daha bunlar gibi birçok ayetiyle, Allah namına vermeyi emreder. Allah namına vermenin alameti şudur ki: Kişi verdiği kimseden ne bir karşılık, ne bir teşekkür, ne de bir minnet bekler. Eğer beklerse bilsin ki o, Allah namına vermemiştir.
3. Allah namına almalıyız. Yani alırken asıl verenin Allah olduğunu bilmeli ve sebebi sadece bir vasıta kabul etmeliyiz. Alırken Allah’tan gaflet etmek ve nimeti vasıtadan bilmek, Allah namına almadığımızın delilidir. Birazdan bu mesele 17. Lem’a’dan yapacağımız nakille tam manasıyla açılacaktır.
4. Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız. Eğer veren kişi bizden minnet bekliyorsa, kendini mal sahibi zannedip kendi malını verdiğini zannediyorsa ve verdiğini başımıza kakacaksa ondan almamalıyız.
— Peki, almak zorundaysak ne yapacağız?
Hem bu sorunun cevabı hem de okuduğumuz bölümün bir şerhi olması için 17. Lem’a’dan şu bölümü nakletmek istiyorum:
Esbab-ı zahiriye eliyle gelen nimetleri o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebep ihtiyar sahibi değilse (mesela hayvan ve ağaç gibi), doğrudan doğruya o nimeti Cenab-ı Hak hesabına verir. Madem o lisan-ı hâl ile Bismillah der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillah de, al.
Eğer o sebep ihtiyar sahibi ise o Bismillah demeli, sonra ondan al. Yoksa alma. Çünkü وَلاَ تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللهِ عَلَيْهِ ayetinin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakikiyi hatıra getirmeyen ve O’nun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz.” demektir. O hâlde hem veren Bismillah demeli, hem alan Bismillah demeli.
Eğer o Bismillah demiyor, fakat sen de almaya muhtaçsan, sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani nimetten in’âma bak, in’amdan Mün’im-i Hakikiyi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zahirî vasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi. (17. Lem’a)
(Esbab-ı zahiriye: Zahirî sebepler / Esbab: Sebepler / İhtiyar: İrade / Mana-yı sarih: Açık mana / Mana-yı işarî: İşarî mana / Mün’im: Nimet veren / Mün’im-i hakiki: Nimetin gerçek sahibi olan Allah / İn’am: Nimet vermek / Zahirî: Görünürdeki)
(Mezkûr ayetin manası: Üzerinde Allah’ın ismi zikredilmeyen şeylerden yemeyiniz.)
Üstad Hazretlerinin beyanını maddeleyecek olursak:
1. Zahirî sebepler eliyle gelen nimetleri o sebeplerden bilerek almamalıyız.
2. Eğer zahirî sebebin iradesi yoksa -hayvan ve ağaç gibi- o nimeti doğrudan doğruya Allah hesabına verir ve lisan-ı hâliyle Bismillah der. Biz de ondan alırken Bismillah demeli ve Allah hesabına almalıyız. Mesela meyveyi ağaçtan koparırken, ineği sağarken ya da yumurtayı tavuğun altından alırken Bismillah demeliyiz. Bu Bismillah ile de şu manayı kastetmeliyiz:
— Bu nimetin sahibi sen değilsin. Sen de sana takılan bu nimet de Allah’ındır. Ben bu nimeti senden değil, Allah’ın rahmetinden alıyorum. Bu itikadımı da Bismillah ile ilan ediyorum…
3. Eğer zahirî sebebin iradesi varsa -insan gibi- evvela o verirken Bismillah demeli, sonra da biz alırken Bismillah demeliyiz. Veren Bismillah derken şu manayı kastetmelidir:
— Sana verdiğim bu nimet benim değildir, Allah’ındır. Bu sebeple sakın bana minnet duyma ve boyun bükme. Nimeti Allah’tan bil ve ona minnet et…
Alan da Bismillah derken şu manayı kastetmelidir:
— Evet, biliyorum, bu nimet senin değildir. Ben senden değil, rahmet-i İlâhiyeden alıyorum. Senin bir sebep olduğunu biliyor ve sana minnet duymuyorum. Ancak bu nimet senin elinle geldiği için sana dua edeceğim…
4. Eğer veren Bismillah demiyor ve kendi malını verdiğini zannediyorsa ondan almamak gerekir. Kendi hesabına verdiğini zanneden kimse verdiğinden minnet bekler. Bu ise sadakayı bozar.
5. Eğer veren Bismillah demiyor ancak bizim de almaya çok ihtiyacımız varsa, bu durumda, biz alırken Bismillah demeli ve onun başı üzerinde rahmet-i İlâhiyenin elini görmeliyiz. O eli şükürle öpüp ondan almalıyız. Yani nimet üzerinde “nimet verme” fiilini görmeli; nimet verme fiilinden de Mün’im-i Hakikiyi -yani nimet verme fiilinin hakiki faili olan Allah’ı- düşünmeliyiz. Bu düşünmek bir şükürdür.
6. Sonra istersek o vasıtaya dua etmeliyiz. Çünkü o nimet bize onun eliyle gönderildi. Burada çok ince bir çizgi vardır. Şöyle ki:
Nimeti Allah’tan bilmeliyiz. Ancak vasıtaya karşı da nankörlük etmemeliyiz. Vasıtaya yapılacak dua bir nevi vefa olup kişinin nankörlüğe düşmesini engeller. Vasıtayı bütün bütün reddetmek bir nevi vefasızlıktır. Bu dengeyi çok iyi ayarlamak gerekir.
Mesela bizler Risale-i Nur okuyoruz. Şimdi, Üstad Hazretlerini reddedip, “Üstad da kim oluyor? Risale-i Nur’u okuma nimeti Allah’ındır…” desek, bu bir nevi vefasızlıktır. Evet, Risale-i Nur’a talebe olma nimetini Allah’tan bilmeliyiz. Lakin Üstad Hazretlerini de inkâr etmemeliyiz. Çünkü bu nimet bize onun eliyle geldi. Demek, en layık oydu ki ona ihsan edildi. Ona dua etmeli ve hürmet göstermeliyiz.
Bu şuna benzer: Güneşin ışığı bizlere bir ayna vasıtasıyla ulaşıyor olsun. Işığı aynadan bilip güneşi inkâr etmek akılsızlıktır. Zira ışık aynanın zatî malı değildir.
“Işık aynanın malı değildir.” diyerek aynayı kırmak da akılsızlıktır. Evet, ışık aynanın malı değildir ancak ayna vasıtasıyla gelmektedir. Aynayı kıran, ışıktan mahrum kalır.
Yapılacak en doğru iş, aynayı bir vasıta olarak kabul etmek ve güneşin ışığına mazhar olmak için aynayı muhafaza etmektir. Yani şöyle demektir:
— Ey ayna! Ben biliyorum ki bu ışık güneşindir ve senin zatî malın değildir. Ancak seni bütün bütün de reddetmiyorum. Zira güneş ışığını seninle bana gönderiyor. Seni kırsam, belki güneş başka bir aynayla ışığını gönderir, belki de beni ışığından mahrum eder, bunu bilemem. Bu sebeple, ben seni muhafaza edeceğim ve senden akseden ışığı güneşten bileceğim…
Misaldeki güneş Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ’dır. Işığı ise Allah’ın ihsan ve nimetleridir. Ayna ise sebeplerdir ki Allah’ın nimetleri bu sebeplerle gelir. Misaldeki aynayı muhafaza ettiğimiz gibi, sebepleri de muhafaza etmeliyiz. Bize gelen nimetleri ise sebeplerden değil, Allahu Teâlâ’dan bilmeliyiz.
Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
Madem her şey manen Bismillah der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyle ise Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız. (1. Söz)
Yazar: Sinan Yılmaz