a
Ana SayfaSekizinci Söz3. O haşerat-ı muzırra ise musibat-ı dünyeviyedir. Fakat mümin için

3. O haşerat-ı muzırra ise musibat-ı dünyeviyedir. Fakat mümin için

Sekizinci Söz’ün mütalaasına devam ediyoruz. Bu dersimizde şu cümlenin mütalaasını yapacağız:

O haşerat-ı muzırra ise musibat-ı dünyeviyedir. Fakat mümin için gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazat-ı İlahiye ve iltifatat-ı Rahmaniye hükmündedir. (8. Söz)

(Haşerat-ı muzırra: Zararlı böcekler / Musibat-ı dünyeviye: Dünyevi musibetler / İkazat-ı İlahiye: Allah’ın uyarıları / İltifatat-ı Rahmaniye: Rahman olan Allah’ın, kullarına lütuf ve iyiliklerde bulunması)

Üstad Hazretleri bu meseleyi İkinci Lem’a’da şöyle beyan ediyor: Dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahirî musibetler var ki İlahî birer ihtar, birer ikazdır. (2.Lem’a)

Demek, musibet geldiğinde anlamalıyız ki gayrın tarlasındayız. Haramlar tarlasına girmiş, günahlarla iştigal ediyoruz. Sahibimiz ve Malikimiz olan Allahu Teâlâ, bizim orada olmamızdan razı değil; bizi oradan çıkarmak istiyor ve bize musibet taşını atıyor. Bu taşın lisan-ı hâliyle diyor ki: Oradan çık. Orada olmandan razı değilim…

İşte bu cihetten, musibetin geldiğine şükretmeliyiz. Çünkü Allahu Teâlâ bizden hâlâ vazgeçmemiş. Bizi uyarıyor, ikaz ediyor; iyiliğimizi istiyor ve takva dairesine girmemizi murad ediyor. Demek, bize ahirette mükâfat vermek istiyor, bizi salihlerle haşretmek istiyor, bizi cehenneminden azat etmek istiyor.

Bunları istediği için bizi uyarıyor, ikaz ediyor ve bize musibet taşını atıyor. Yani bizimle hadisatın lisanıyla konuşuyor. Bizi uyarmasa, kendi hâlimize bıraksa ve hesabımızı ahirete havale etse, daha mı hayırlı olacak?

Ya Rabbi! Sana sonsuz hamdüsena olsun. Bizi bize bırakmadın. Musibet taşıyla bizi uyardın. Biz dahi anladık ki razı olmadığın bir yerdeyiz, bir işteyiz ve bir hâldeyiz. Senin bu musibetin ceza değil ikazdır, zahmet değil rahmettir, azap değil belki bir şefkat tokadıdır.

Yine Üstadımız İkinci Lem’a’da şöyle diyor: Ve bir kısmı gafleti dağıtıp beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. (2.Lem’a)

Evet, her şeyden gaflet ederiz. Yaratılış gayemizi bilmez, ölümü düşünmez, kabir azabını aklımıza getirmez, ahireti ve hesabı hiç teemmül etmeyiz.

— Yarın mahşer günü başımıza neler gelecek?

— Azalarımız konuşup aleyhimizde şahitlik ettiğinde hâlimiz ne olacak?

— Allah’ın huzurunda ne yapacağız?

— Cehenneme girersek nasıl sabredeceğiz?

Bunları hiç düşünmez, sadece keyif ve lezzet için yaratıldığımızı zannederiz. Kafamızı gaflet kumuna sokmuşuz. Zannediyoruz ki biz avcıyı görmezsek avcı da bizi görmez.

İşte hastalık ve musibetler bizim bu gafletimizi dağıtıyor, aczimizi ve zaafımızı bize tam hissettiriyor. O zaman anlıyoruz ki başıboş değiliz, ölümsüz değiliz, çelikten değiliz; son derece âciz ve zayıfız. Bu his de bizi Allah’a firar ettiriyor. Gönlümüzde Allah’a kaçma, O’na hicret etme ve Allah ile ünsiyet etme arzusu oluşuyor.

— Bundan daha büyük bir nimet var mıdır?

— Allah bizi gafletten uyandırmasa, musibetlerle gaflet uykumuzu dağıtmasa daha mı hayırlı olacak?

Bu izahlardan sonra şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım: O haşerat-ı muzırra ise musibat-ı dünyeviyedir. Fakat mümin için gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazat-ı İlahiye ve iltifatat-ı Rahmaniye hükmündedir.

Herhâlde metnin manası açılmıştır. Sizler de üstüne biraz koyar, enfüsi tefekkürünüzü yaparsınız.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin