3. Hazreti Yunus (a.s.)’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz…
Birinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İşte Hazreti Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. (1. Lem’a)
Bu cümle üzerine çok düşünmek lazım… Bizler nasıl oluyor da balığın karnında olan, kendisi aleyhinde balığın, denizin ve gecenin ittifak ettiği Hazreti Yunus (a.s.)’dan yüz derece daha müthiş bir vaziyette bulunuyoruz?
— Balığın mı karnındayız?
— Ya da dalgalı bir denizde boğulmak üzere miyiz?
— Ya da zifiri karanlıkta kaldık da yolumuzu mu bulamıyoruz?
— Bizim hâlimiz nedir ki Hazreti Yunus (a.s.)’dan daha beter olalım?
Bütün bu sorulara Üstad Hazretleri şöyle cevap veriyor:
Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. (1. Lem’a)
(Nazar-ı gaflet: Gafletle bakma)
Hazreti Yunus (a.s.)’ın karanlık bir gecesi vardı. Onun gecesine mukabil bizim de karanlık istikbalimiz var. Gafletimiz ve isyanımız sebebiyle kapkaranlık olan istikbalimiz…
— Acaba hakiki istikbalimiz olan ahirette bizi neler bekliyor?
— Kabirde başımıza neler gelecek? Kabrimiz cennet bahçelerinden bir bahçe mi olacak yoksa cehennem çukurlarından bir çukur mu?
— Nekir ve Münker melekleri kabirde bize nasıl muamele edecek?
— Mahşer meydanında hâlimiz nice olacak?
— Amel defterimiz sağımızdan mı verilecek yoksa solumuzdan mı?
— Amel terazimizin hangi kefesi ağır basacak? Günahların olduğu sol kefe mi yoksa sevapların olduğu sağ kefe mi?
— Azalarımız, işlediğimiz günahları birer birer sayıp aleyhimize şehadet ettiğinde ne yapacağız?
— Allah bizi af mı edecek yoksa azap mı edecek?
— Meskenimiz cennet mi olacak yoksa cehennem mi?
Böyle onlarca soru sorabiliriz. Gecemiz olan istikbalimiz -nazar-ı gafletle- ne kadar karanlıkmış değil mi?
Bizler ise gafletimiz sebebiyle bunları düşünmemekte, gafletimizle gecemizi yalancı gündüze çevirmekteyiz. Bilseydik ki gecemiz olan istikbal, Hazreti Yunus (a.s.)’ın gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir, belki aklımızı başımıza alır; takva ve salih amelle istikbalimizi aydınlatmaya çalışırdık.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur. (1. Lem’a)
(Sergerdan: Başı dönmüş / Küre-i zemin: Yeryüzü / Mevc: dalga)
Şöyle bir tefekkür etsek:
Her gün yaklaşık 150 bin insan ölüyor. Demek, saatte 6.250 kişi, bir dakikada ise yaklaşık 100 kişi ölüyor.
Şimdi, bütün insanları -biz de içindeyiz- bir sahilde farz ediyoruz. Her dakika bir dalga geliyor ve bu sahilden 100 kişiyi alıp götürüyor. Bir günde böyle yaklaşık 15 bin dalga geliyor ve tam 150 bin insanı alıp götürüyor. Her gün bu denizde 150 bin insan boğuluyor.
Şimdi soruyoruz:
— Hazreti Yunus (a.s.)’ın denizi mi daha tehlikeli yoksa bizim denizimiz mi?
Elbette bizim denizimiz daha tehlikeli. Zira Hazreti Yunus (a.s.)’ın denizinde belki yüz, belki iki yüz kişi boğuldu. Bizim denizimizde ise her dakika yüz kişi, her gün 150 bin kişi boğuluyor.
Hâl böyle iken, bizler nasıl da rahat rahat geziyor; denizimizin dalgası bizi hiç almayacakmış gibi dolaşıyoruz. Hâlbuki bir baksak, her dakika yüz kişiyi alıyor; belki aklımızı başımıza alıp gafletten ve nisyandan kurtulacağız.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Bizim heva-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. (1. Lem’a)
(Heva-yı nefis: Nefsin istek ve arzuları / Hût: Büyük balık / Muzır: Zararlı)
— Balık Hazreti Yunus (a.s.)’ı öldürseydi ne olurdu?
Ne olacak, olsa olsa en fazla, hayat-ı fâniyesine hatime vermiş olurdu. Ecel de ne bir saat geri ne de bir saat ileri gitmeyeceğine göre, demek Hazreti Yunus (a.s.)’a bu kadar bir ömür takdir edilmiş ve balığın karnında ölmesi ezelde tayin edilmiş olurdu.
— Peki, bizim balığımız olan heva-yı nefsimiz bizi yutar ve manen bizi öldürürse ne olur?
Ebedî hayatımız mahvolur. Cenneti kaybederiz, Allah’ın rızasını kaybederiz, saadet-i ebediyeyi kaybederiz ve cehennemde ebedî kalırız!
Şimdi anladık mı bizim hûtumuz Hazreti Yunus (a.s.)’ın hûtundan ne derece muzırmış!
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazreti Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya müsebbibü’l-esbab olan Rabbimize iltica edip لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz. (1. Lem’a)
(İktidaen: Uyarak / Esbab: Sebepler / Müsebbibü’l-esbab: Sebeplerin yaratıcısı)
(Ayet meali: Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben (nefsine) zulmedenlerden oldum.)
Madem hakiki vaziyetimiz budur; gecemiz Hazreti Yunus (a.s.)’ın gecesinden daha karanlıklı, denizimiz onun denizinden daha dehşetli ve hûtumuz onun hûtundan daha muzırdır. O hâlde biz de Hazreti Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirmeliyiz. Bilmeliyiz ki esbab da bizim gibi âciz ve bizim gibi fakirdir. Âciz olan, bize nasıl yardım edecek, imdadımıza nasıl koşacak? Fakir olan, bize nasıl ihsan edecek, dertlerimize nasıl derman olacak?
Madem esbab bizim gibi âciz ve fakirdir, o hâlde esbabı tamamen terk etmeli ve doğrudan doğruya müsebbibü’l-esbab olan Rabbimize iltica etmeliyiz. Bilmeliyiz ki bütün sebepler O’nun tecelli-i rahmetinin ve kudretinin bir perdesidir. Her hayır O’nun hazinesinden çıkar ve her sebep ancak O’nun emriyle yardıma koşar. Eğer O’nu razı etsek, bütün esbabı bize musahhar eder.
Bu ilticamızı ve esbabı terk edişimizi de لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ diyerek ilan etmeliyiz. Yani bu virde devam ederken esbabı terk ettiğimizi düşünmeli, müsebbibü’l-esbab olan Rabbimizin kapısında dilenci misal beklemeliyiz. Esbaba teşebbüsü ise sadece fiilî bir dua bilmeliyiz.
Bu dersimizi şu duayla bitirmek gönlümden geçti:
اللَّهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلاَ رَادَّ لِمَا قَضَيْتَ وَلاَ مُبَدِّلَ حَكَمْتَ وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الجَدُّ
“Ey Allah’ımız! Senin verdiğine mâni olacak ve senin menettiğini verecek yoktur. Senin kaza ettiğini çevirecek ve hükmettiğini değiştirecek yoktur. Zenginlik sahibine zenginliği sana karşı fayda vermez.”
Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
İşte Hazreti Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.
Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur
Bizim heva-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazreti Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya müsebbibü’l-esbab olan Rabbimize iltica edip لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz. (1. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz